Kazanıyorken Eksikleri Görmek Gerek
Tanıl, Ateş, Ozan Abiler ve Emre’yle birlikte Osmanlı Stadının yolunu tutmak üzere Ayrancı’da buluşup arabaya atlarken aklıma 1959’daki Nice deplasmanına Bursa’dan otobüs kaldıran Fenerbahçe taraftarları geliyor ve gülümsüyordum. Örnek abartı gibi gelebilir ama nerdeyse kurulduğu yıldan bu yana şehrin göbeğindeki Ankara 19 Mayıs’ta oynayan Alkaraları izlemek için merkezden 40km uzağa gitmek oldukça can sıkıcıydı.
Bu sezon ilk kez tribündeki yerimi alırken gördüğüm en dikkat çekici şey, kendilerine ayrılan bölümü hınca hınç dolduran ve kulüplerinin içinde bulunduğu can sıkıcı mali durumu protesto etmek için hepsi siyah giyinmiş Eskişehirspor taraftarlarıydı.
ESESliler maç boyunca skordan bağımsız olarak hep bir ağızdan takımlarını destekleyip, maç sonunda da 5-0’lık skora rağmen takımlarını çağırıp, “şampiyon olmasan da, kupaları almasan da...” tezahüratını yaptılar.
Gençlerbirliği, oldukça genç bir kadroyla sahaya çıkan Eskişehirspor’u 5-0 gibi rahat bir skorla yenerek gol averajıyla liderlik koltuğuna oturdu. Fakat kağıt üstündeki bu güzel tabloya rağmen hem takımın sahaya yansıtmak istediği oyun konusunda, hem de futbolcuların maça konsantre olması konusunda birçok eksiğin olduğu göze çarptı. Eğer Kırmızı-Siyahlılar uzun lig maratonunun sonunda ipi göğüslemek istiyorlarsa kazanırken bu eksiklerini ivedi bir şekilde gidermeleri gerekiyor.
Gelelim karşılaşmaya; maçın ilk kırılma anı, golü koklayan adam Nobre’nin fırsatçılığıyla attığı gol, ikincisi ise ikinci devrenin başında Eskişehir’in 10 kişi kalmasıydı. Farkın 2’ye çıkmasının ardından ise karşılaşma mahalle maçına döndü. Eğer başarı istiyorsak bizim ilgilenmemiz gereken 2-0’dan önceki ilk 60 dakikada yapılanlar.
Başlama düdüğüyle birlikte, ilk iki haftada alınan skorlarla şampiyonluğun en güçlü adaylarından biri olduğunu ispatlayan Gençlerlilerin, kağıt üstünde güçsüz olan rakiplerine karşı sergilediği panik futbol, pas hataları ve oyuncuların birçoğunun maça konsantre olamamaları üst üste eklenince oldukça vasat bir oyun izlemeye başladık.
21’de duran toptan kazanılan gol bile Kırmızı-Siyahlıların bu, ne yaptıkları belli olmayan oyun tarzını değiştirmeye yetmedi.
İlk 60 dakikada, kanat oyuncuları Jailton ve Ahmet İlhan’ın ileriye top taşıma konusunda yaşadıkları sorunlar ve Sessegnon’un, genelde, destek göremediği için tek başına kalıp kaptırdığı toplar yüzünden pozisyon üretkenliği neredeyse sıfırdı.
Ahmet Oğuz ve Alper Uludağ’ın defansta yaptıkları oldukça kritik zamanlama hataları ile Bekir ve Yasin’in defanstan çıkarken kaptırdıkları toplar rakip oyuncuların tecrübesizlikleri ve özellikle Luccas’ın önemli hamleleriyle bertaraf edildi. Bunlardan biri golle sonuçlansaydı muhtemelen maçın kaderi oldukça değişik olacaktı.
Maçın adamı ise ilerlemiş yaşına rağmen ilk dakikadan itibaren neredeyse her hareketiyle sahadaki diğer oyunculara örnek olarak gösterilebilecek olan Mert Nobre’ydi. Tüm hava toplarını almaya çalışması ya da kafayla, ayakla, topukla etrafındakilere top indirerek ya da pas vererek verkaça girişleriyle ilk 45 dakikada takımı ileri yönlü olarak ayakta tutan tek oyuncuydu Nobre. Arka adalesi çektiği için oyundan alınsa da rakibin ikinci yarının başında 10 kişi kalması Gençlerbirliği’nin yüzünü güldüren en önemli olaydı.
Dönüş yolunda oyuncuların şu ya da bu nedenle maça konsantre olamadıkları konusunda hemfikirdik. Bu yüzden de aklımıza şu soru takılıyordu; 37 yaşındaki Nobre bu kadar istekli, arzulu, iştahlı ve konsantre bir şekilde sahaya çıkarken diğer oyuncuların bu rahatlığı nereden geliyordu?