Kaçımızda kitapların önsözünü atlama alışkanlığı vardır bilmem... Bense, ister sabırsızlıktan deyin ister tembellikten, önsözü kitapla aramdaki bir engel olarak görür ve iyice gerildikten sonra uzun bir atlayışla ardımda bırakırım. Ancak Gençlerbirliği'nin en son piyasaya çıkan kitabının TSYD başlıklı önsözünü okumaya karar vermiş ve ağzımda bıraktığı kekremsi tatla ilk sayfalara girişmiştim.
İlk sayfalardan karşıma çıkan ve nitelemem gereken ise maçın başından sonuna oyunda tümüyle egemen taraf olduğumuzdu. Ancak bu egemenliği topu ayağımızda tutmaktan öte topa rakibin hakim olmasını önleyerek elde ettik. Hem Doğa ve Gosso'nun Rizespor'un orta sahadan -ister pas ister dribbling üzerinden olsun- her türlü hücum başlangıç aksiyonuna ket vurması hem dönen topların bu ikili tarafından çok yüksek yüzdeyle toplanması hem de Nizamettin'in -Lua Lua'ya tümden zıt bir şekilde- orta saha ikilisine sürekli destek olup Doğa ve Gosso'ya eklemlenen bir rol oyuncusu gibi davranmasıyla rakip orta sahanın üzerine bir gölge gibi çöktük. Organize olma fırsatı vermediğimiz rakibi Kweuke'ye atılan serseri toplara ve Lua Lua'nın bireysel becerisine mahkum ettik. Biraz psikolojik biraz da fiziksel faktörler nedeniyle ilk yarının son 5 dakikasındaki pasifize halimiz dışında maç boyu Rizespor'un varlığıyla yokluğu birdi. Ancak Hakan'ın konsantrasyon kaybına Ahmet'in gereksiz telaşesi ile Tosiç'in vurdumduymazlığı eklenince gökten zembille inmiş nurtopu bir gol hediye ettik kalemize. Stancu'nun Viera'ya yalnızca temas ettiği için sayılmayan golü de cabası oldu... Akıl süreçlerinin hepten yadsındığı gerçeküstü bir boyutta oynanmaması maçtan yüzümüze galibiyetin getireceği büyük bir gülümseme değil ama oynanan oyun ve gösterilen mücadele neticesinde varlığına duacı bir tebessüm kondurdu.
Galibiyeti haketmiş ve rakipten fersah fersah üstün bir takım performansı sergilemiş olsak da iyi oynadığımızı düşünmüyorum. "İyi oynamak" ile "rakipten iyi oynamak" tümüyle ayrı iki olgu ve bizim gerçekten iyi oynadığımız son maç geçen sezon ligin ikinci haftasındaki Akhisar Belediye maçıydı; ondan öncekini bulmak için de Fuat Çapa'nın ilk sezonuna gitmek gerekir muhtemelen. Ancak iyi oynamaya nadir bulunan bir maden nitelemesi yaptığımızı düşünürsek, rakipten iyi oynamayı veyahut akıllı oynamayı da -ki bu da Mehmet Özdilek'in uzmanlaştığı alandı- küçümsememek gerekir. Hele hele yapının müdafaa liderini ve hücumdaki en yetenekli ismini kaybetmiş, eksiği gediği yamanamamış, kulübenin Süper Lig tecrübesinden yoksun "bebe"lerle tamamlandığı , tek hamle oyuncusu top kaptırma sanatına ömrünü adamış Deniz Naki olan bir oyuncu topluluğuyla Çaykur Rizespor gibi hem kadrosu hem de teknik direktörü kaliteli bir rakibe karşı oynanılan oyun da Mustafa Kaplan'ın ilk hafta performansı da gerisinde olumlu bir intiba bıraktı.
Transfer konusu ise Gençlerbirliği taraftarları için ne mutlu ki Yunan tragedyalarını 3000 yıl sonra yakalama fırsatı veriyor. İlhan Cavcav takıma yarar sağlamayacağı aşikar oyuncuları hala zarar etmeden gönderme derdinde. Nasıl ki transfer yapılırken başat kriter oyuncunun Gençlerbirliği'ne sağlayacağı potansiyel yarardan öte Gençlerbirliği'nin "kasasına" sağlayacağı potansiyel yarar oluyor; Smilyaniç, Radkov, Ekigho gibi kulüpten ayrılacak oyuncuların akıbeti de takıma veremedikleri fayda üzerinden değil, mali zararlarının boyutu üzerinden okunuyor. Bu acınası zihniyet ve beceriksizlik karşısında da insan gerçekten hayret ediyor.