Klasspor - Zeynur Pehlivan - Herkes için spor! yazısı

Site İçi Arama


HERKES İÇİN SPOR!

3257 Okunma


Yıl 1990… Evlendikten kısa bir sonra eşim Zeki’nin babasının kötü bir hastalığa yakalandığını öğrenmiştik. En zor ve kötü zamanlarımızdı. İkimizin de milli takımlarda oynadığı, Eskişehir Eti Bisküvileri erkek hentbol takımının Avrupa’da inanılmaz işler yaptığı yıllardı. Milli takım kampları, kulüp maçları, antrenmanlardan sonra direkt hastanenin yolunu tutuyorduk. Babası,  hastaneye gidemediğim zaman,  yorgun ve hasta olduğumu düşünüp kendi durumunu bırakıp benim için üzülen çok büyük bir insandı. Gittiğimde ise bana olan sevgisini defalarca öperek gösteren bu muhteşem insana, oğlunun neler yaptığını bir de ben anlatırdım. Altmış dakikalık maçı yüz altmış dakikada anlatırdım ve o ne gözlerini ne de kulaklarını başka yöne çevirirdi. Göz kapaklarını kırptığını bile hatırlamam. Bakışları bendeydi ama aslında oğlunun kendisine verdiği gururun hazzını yaşıyordu. Ama bu zamanlar bizim için terin dışımıza, gözyaşının içimize aktığı dönemlerdi. 

TRT her maçı naklen veriyor, en forma olduğu dönemde olan Zeki ise Barcelona kalelerine inanılmaz goller atıyordu.  Bunlardan birisini kaleden kaleye atmıştı. Hatta bir yedi metreyi de sol elle, iki metrelik  kalecinin üzerinden aşırtma ile bırakmıştı. Ne cesaret… Dünyanın en iyi takımına ve oyuncularına karşı muhteşem işler yapıyordu. İkinci maç için İspanya gazetelerinin spor sayfalarında “Bombacı Zeki geliyor!” diye başlıklar atılmıştı. Babasının hastalığına rağmen sahaya çıktığı zaman tam bir profesyoneldi. Ama en çok da babası için oynayan Zeki gibi, tüm takımı Türkiye artık çok iyi tanıyordu. Babası ise hasta yatağında, “Golcü hentbolcu Zeki, bombacı Zeki “ diyerek bu maçı anlatan Hüseyin Başaran’ı dinliyor, izliyor ve hastalığını tamamen unutuyordu. Maç olduğu günlerde İbni Sina  Hastanesi’nde yattığı odaya televizyon getirilir, büyük bir heyecanla izlenir ve birlikte aynı odayı paylaştığı diğer hastalara yattığı yataktan “Benim oğlum, benim oğlum!” diyerek çikolatalar, gofretler ısmarlar ve hastalığını tamamen unuturdu. Bütün hastane personeli de zaman zaman bu atmosfere ortak olurdu. Doktorlar da Zeki’yi iyi biliyordu. Hastasına hastalığını unutturan Zeki, onlar için adeta tedavi edici bir ilaçtı. O an orada olan tüm hastaların ilacı. En güzel, en hoş tedavi… Doktorlar orada, oğlunu seyrederken sağlıklı ve mutlu olan bir insan görüyorlardı. Maç boyunca hiç şikâyet etmeyen, hiç acı çekmeyen ve o dakikalarda her şeyi tamamen unutan bir insan… Maç hiç bitmesin istiyor; “Söyleyin şunlara daha çok oynasınlar!” ve “Bu maç niye bu kadar kısa?” gibi sözler sarf ediyorlardı. Çünkü maç bittiğinde, “Alın şu televizyonu!” ya da “Ağrılarım başladı,” derdi. Doktorlar da en az bizim kadar maç programını biliyorlardı. “Bir dahaki maç ne zaman?” diye sormazlardı. Sporun, hastasına/hastalarına ne kadar iyi geldiğini gören doktorlar ve hastane yönetimi hiçbir şeye müdahale etmez, hep birlikte maç izlenir, bir an için hastane değil de spor salonundaymış gibi alkışlar ve sesler yükselirdi.

Geçenlerde yine yaşlı bir komşumuzla karşılaştığımda, izlediği bir hentbol maçından bahsetti ve “Ne kadar heyecanlı bir maçtı. Televizyonun önünden kalkamadım,” dedi. Ben de “Güzel miydi gerçekten, hoşunuza gidiyor mu böyle maçlar?” diye sordum. O da bana, “Tabii… Ben bütün spor dallarını seyretmeye bayılıyorum. Sadece sağlığım evden çıkmaya izin vermiyor,” dedi. Hatta bir futbol takımının tüm oyuncularını saydığında kulaklarıma inanamadım. O an, gerçek spor seyircisinin sadece salona gelen değil, salona gelmek isteyen ama sağlıkları izin vermediği için evde bu heyecana ortak olan, yaşı biraz ilerlemiş insanlarımız olduğunu düşündüm. Tabii bunun yanında daha genç yaşta yine sağlık sorunları nedeniyle evden ayrılamayan ama sporu yukarıda ki bu insanlar gibi çok seven ve takip eden nice insanlar olduğunu biliyorum. Aynı bizim yaşadığımız yukarıdaki örnekte olduğu gibi…

Ve bu noktada, televizyonlarda sadece futbol maçlarına ilişkin görüntüleri defalarca yayınlayarak spora hizmet ettiğini düşünen spor kanallarına daha çok sitem ediyorum.

Bu insanların varlığını, bu insanların özel durumunu ve spor müsabakasını ancak evinden izleyebilecek olan bu spor aşığı insanları unutmadan, her türlü spor müsabakası yayınlanmalı ve bu insanlara sevdikleri sporcuları, takımları ve mücadeleleri seyretme, alkışlama şansı verilmelidir. Bir spor kanalı için bu, ayrı ve özel bir görev olmalıdır ve hizmet bu insanların evlerine kadar ulaşmalıdır. Etrafımızda, evlerinden çıkamayan,  ayrılamayan veya bir hastalık nedeniyle uzun süre yatağa bağlı kalan bu özel insanlarımızı sporun güzellikleriyle daha çok buluşturmalıyız. Tıpkı hastalıkları nedeniyle okula gidemeyen küçük çocuklarımıza eğitimi evlerine götürdüğümüz gibi. Onları daha çok mutlu etmeli, unutulmaz anlara onları da dâhil etmeliyiz. Bu insanlar evde, yatakta veya sandalyede kalmayı tercih etmiyorlar ama bizler bu insanlara tercih ettikleri spor dalını seyretme olanağı tanıyabiliriz.

Ben, sporun yataktaki bir insana —kötü bir tecrübeyle— ne kadar iyi geldiğini gördüm. Spor gibi bir ilaçla bu şekilde de insanların iyileşmesine katkıda bulunabilir, onları farklı dünyalara taşıyabiliriz. Sadece spor salonundakilerin tanık oldukları bu heyecana,  bu insanlarımızı da ortak etmeliyiz. Sporun birleştirici gücünü unutmadan… “Herkes için spor!” kavramını unutmadan…

Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
ZEYNUR PEHLİVAN