Önce Uraltan, sonra Necdet Özkazancı ve Ozan Güler, Tanıl Bora, Hasan Şengel, Atatürk heykeli ve taraftar grupları.
Beni son günlerde 19 Mayıs Stadına çeken ne bir renk, ne bir başarı, ne de özel bir gün… Beni oraya çeken şimdilik sadece bu insanlar ve olaylar olmuştur.
Mesleğimi yaptığım günlerde, Sınıf Öğretmeni olduğum Uraltan’ın, okul kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı giyinerek, bütün azarları yiyeceğini bilerek her gün okula Gençlerbirliği kaşkolü ve forması ile gelmesini şimdi daha iyi anlıyorum. “Hocam her şeyimi alın ama bunları vermem” dediğini, o kaşkol ve formaya nasıl sahip çıktığını iyi hatırlıyorum. Bu sevgiyi gördüğümüz için bizde ona pek dokunmazdık. Gençlerbirliği forması onun okul kıyafetiydi. Ben öyle sanıyordum. Meğer tüm yaşamı oymuş. Çünkü ben şimdi de onu Gençlerbirliği taraftar grupları içinde görüyorum. Yıllar geçip yaşlandığımda Uraltan hakkında bana bir şey sorsalar “Kara Kızıl bir çocuktu”derim. Çünkü ben onu sadece bu renkle hatırlıyorum.
Daha sonra bir gün Türkiye Hentbol Federasyonu Spor Salonuna, tam da benim kombinelerim karşısına bir avuç Gençlerbirliği taraftarı geldi oturdu. Bizim bildiğimiz toplama taraftar profilinden uzak, temiz, genç ya da olgun, eğitimli ve güleryüzlü insanlardan oluşmuş küçücük bir guruptu. Maç boyunca o küçük grup, takımlarını ve renklerini, hentbolu bilmeden öyle güzel desteklediler ki, maç sonunda salondan çıkarken yakaladığım iki kişiye, böyle seyirciyi hentbol salonlarında görmekten duyduğum memnuniyeti belirtmek adına , “Lütfen siz hep gelin” dedim. Salona gelen taraftar profilini açıklarken kullandığım bu sıfatların hepsini bu insanlarda bulabilirsiniz. Her hafta THF’de görmeye alıştığımız, Uruguaylı ünlü golcü Ricardo Neccola Polatez yani Necdet Özkazancı ile Ozan Güler’den bahsediyorum.
Bir sonraki maçta yine yerlerini aldılar. Bu kez sayı biraz daha fazlalaşmıştı. İçlerinde de biz hentbolcuların “Hop, entbol var” yazısını sayfalarımızda paylaştığımız, ama kendisini hiç tanımadığımız Radikal köşe yazarı Tanıl Bora da salondaydı. Tanıl’ı karşıdan seyretmek olur mu? Hemen yanına koştum. Ne bir kibir, ne de hemen bir kurtulma, uzaklaştırma çabası… Daha ilk dakikada insan hayran olabiliyor biliyorsunuz.
Böyle insanların bulunduğu ortamın kötü olmayacağı düşüncesi ile bende o hafta sonu Sivasspor maçına gittim. Muhteşem bir havada, benim için başlangıç olan, onların ise mücadelelerine devam ettiğini anladığım muhteşem taraftarlardan, hiçbir kötü söz işitmeden ve sadece Jimmy Durmaz’ı bilen biri olarak maçı izledim. O da soyadının, benim gençlik soyadımla benzer olmasından dolayı. Ayrıca şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Eğer biz hentbol antrenmanlarında ısınmaya, futbol oynayarak başlamamışsak o antrenman hiç çekilmezdi. Futbolu oynamayı da, izlemeyi de bütün hentbolcular kadar çok severim. Ama şimdiye kadar Gençler, benim ilgi alanımda değildi. Benim futboldaki ilgi alanım Fenerbahçe, bilgi alanımda dört büyükler ve Avrupa futboluydu. Açıkcası Avrupa futbolundan sonra, ligde hiçbir iddiası olmayan Gençlerbirliği seyredilir miydi, onu da düşünmemiştim. Çünkü ben oraya bu kişilerin orada bulunma nedenlerini görmeye gitmiştim. Takımın kaçıncı sırada olduğunu bile bilmiyordum. Eve gidip her iki branşın Puan Tablosuna baktığımda hem hentbolda, hem de futbolda, sondan dördüncü olduğunu gördüm. Zevksiz bir maç olduğunda, “bitse de gitsek” dediğim doksan dakika o kadar çabuk geçmişti ki anlamadım. Hem güzel bir gün, hem de güzel bir galibiyetti
“Kara kızıl hentbol” gibi, bu maç sonunda da “Yıllar sonra futbol izlemek ne hoşmuş” diye sporumuz.com sitesinde bir yazı yazmıştım. Bu yazıları okuyan ve hoşuna gittiğini söyleyen, iki hafta önce hentbol maçına gelen Gençlerbirliği Divan Kurulu Başkanı Hasan Şengel ile tanışınca, spora ve Gençlerbirliği’ne olan hizmetlerini öğrendiğimde, Hasan Şengel ismini duyan herkesin koşarak yanına gelip ona olan saygılarını gösterdiklerinde ise evimden 200 m uzakta olan bu kulüpten neden içeri adım atmadığımı düşündüm. Spor Salonunda yaptığımız sohbetin bana yetmediğini anlayan Hasan Şengel beni kulübe davet etti ve nihayet yıllarca öğrenciliğimde neredeyse her gün geçtiğim kırmızı siyah sokaktan geçerek Beden Eğitimi ve Spor Bölümüne doğru değil, bu kez tesislere doğru yöneldim. Kulüp binalarını, açık sahaları, o anda sahada olan Hacettepe’nin antrenmanını izledim, çim kokusunun çok iyi geldiğini fark ettim. Hepsi tam bir profesyonel futbol kulübüne yakışacak şeklindeydi. Ama beni Gençlerbirliği’ne hayran bırakan, nasıl bir maziye sahip olduğunun kanıtı olan madalyalar, kupalar, ilk toplantı masası veya bu sürece kadar yaşanan sıkıntılardan daha çok, kulüp binasına yaklaşıp, binanın önündeki Atatürk heykelini gördüğümde, Gençlerbirliği Spor Kulübü hakkındaki düşüncem zaten şekillenmişti. 18 Mart Çanakkale Zaferi dolayısıyla asılmış büyük bir Türk bayrağı ise beni bir öğretmen olarak daha çok duygulandırmıştı. Bunları düşünen ve bunlara önem veren zihniyetlerin yer aldığı bir kulübe gelmiş olmanın büyük bir hazzını yaşadım o gün. Bu tabloyu, bu kulübü var edenlerden birisi olan Hasan Şengel ile sohbete gelince. Misafirini memnun etmek için nasıl çabaladığını, merakımı yenmek için bütün sorularıma nasıl cevap verdiğini, kapıya kadar nasıl büyük bir saygı ve babacan tavrı içinde beni yolcu ettiğini gördüğümde, bir kulüp nasıl büyük bir kulüp oluyor çok daha iyi anlıyorum. Kulüpler bu insanlar sayesinde büyüyorlar.
Kulüpten mutlu ayrıldım. Hem kulübü görmüş, hem Hasan Şengel’le sohbet etmiştim. Bir de elimde bir sonraki hafta oynanacak olan Sanica Boru Elazığ maçına iki VİP biletle. Keyfim pek yerindeydi yani. Önceki maçta oturduğum Maraton tribününe karşıdan baktım. Güneşli güzel bir bahar havasında, yemyeşil çimlerde oynanan futbol ve karşı tribün. Kötü tezahüratlara karşı, ama Türkiye Gündemine açık bir taraftar grubu. Karşıdan bakmak güzel, ama yanınızda olmak daha güzel. Bir sonraki maçlarda benim yerim kesinlikle sizin yanınız. Bu arada 19 Mayıs’ta ikinci haftam ve Gençlerbirliği yine galip geldi. Siz nasıl hentbola uğurlu geldiyseniz ben de futbola uğurlu geldim galiba. Devam.
Bir kulübü sevmem için bu kadar olay yeterli mi derseniz? Şimdilik yeterli gibi görünüyor. Çünkü hem THF de, hem de Gençlerbirliği maçlarında sizlerle olmaktan mutlu oluyorum. Benim hentbola olan sevgimin bir benzerini gördüğüm bu insanlardan, detaylı bilmediğim futbolu ve kulübü öğrenmek, spor olaylarını, kulüp, futbol ve futbolcu hikayelerini dinlemek hoşuma gidiyor. Yaşamış oldukları hayat, sahip oldukları birikimle beni stada çeken işte bu insanlar… ve tabii yaşanan olaylara karşı duyarlı olduğunu seslerinde duyduğum, pankartlarında gördüğüm, stadı görsel bir şölene dönüştüren taraftar grupları.
İleriki dönemlerde ne olur onu da açıkçası hiç bilemiyorum. Hentbol maçı yerine futbol maçına, Fenerbahçe maçı yerine Gençlerbirliği maçına, THF Spor Salonunu yerine 19 Mayıs Stadına gider miyim bilemiyorum. Bu bir çeşit aldatma mı, paralel yapı mı onu da bilmiyorum. Çünkü aldatacak olanda, aldatacak olanı haber verende, bunu kaleme alanda, hentbolda ki paralel pası farklı uygulayanda benim. Bakalım zaman gösterecek.