Yazın tarihinin en eşi benzeri görülmemiş yazarlarından birinin sayfayı çevirdiğinizde gözünüze çarpan, ve bir daha aklınızdan hiç çıkmamacasına kazınan o meşhur sözü: ""Gregor Samsa bir sabah, bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu". Cuma gecesi Gençlerbirliklilerin başına gelen de, Gregor Samsa'nın başına gelenlerin reenkarnatif bir izdüşümü gibiydi. Ligin ilk haftasında Karadeniz'in tüm kara bulutlarını gönül verenlerinin yüzüne taşıyan takım, açıklama getirilemez bir metamorfoz sonucu, sadece altı gün ertesinde, Ankara bozkırına vurduktan sonra batması gereken her bir güneş ışınını taraftarlarının yüzüne yerleştiriyordu.
Geçtiğimiz haftanın ilk 11'inden beş oyuncu değişikliyle başladık maça. Bu kadar isim farklılığın yanı sıra bir diğer kayda değer değişiklik de Stancu'nun sol açık; Zec'in ise santrfor olarak oynamasıydı. Nasıl ki Rizespor maçının ilk dakikalarından işlerin yolunda gitmeyeceği belirginleştiyse, Akhisarspor maçının ilk dakikalardan itibaren de işlerin ne kadar yolunda gideceğinin parıltılarını görmemek mümkün değildi. Önde basan, topu etkili kullanan, kanatlara top indirebilen, kısaca maça "futbol oynamak" için çıkmış bir ekip vardı. Topu ayağında bulan her oyuncu ya topla dribbling yapma ya da topu dikine aktarma arzusu içindeydi. Bu niyetin Metin Diyadin'in iki dudağının arasından çıkan sözlere baktığına şüphe yok.
Gosso'nun, orta sahanın tüm defansif yükümlülüklerini tek başına üstlenmesinin yanı sıra, topu zaman zaman çok gevelese de, öne oynayabilecek özgüven ve ayağa sahip olması ile Nizamettin'in hem müthiş enerji üreterek hem de yüksek pas isabeti tutturması sonucu orta saha-rakip yarı saha arası geçişleri büyük rahatlıkla gerçekleştirdik. Bu noktadaki bir diğer avantajımız da Sedat, Ante gibi topla ilişkisi sınırlı stoperler yerine, Ahmet ve Tosiç gibi top teknikleri bir defans oyuncusu için hiç de fena sayılmayacak iki oyuncuyla oynamamız, dolayısıyla dönen topları seri bir şekilde oyuna sokmamızda saklıydı. Üstüne üstlük önde basmamız ve önde basarken takım bütünlüğünü sağlayıp alanı iyi paylaşabilmemiz sayesinde Akhisar Belediyespor'un topu etkili kullanmasına fırsat vermedik. Niasse'nin bireysel çabaları ve ceza sahası dışı şutları gibi ciddi olmayan çabaları bir kenarda tutarsak maçı pozisyon vermeden tamamladık. Fuat Çapa'nın tam bir sezon boyunca farkına varamadığı gerçeklerden biri buydu. Gol yeme ihtimalinizin en az olduğu an yarı sahanızda en çok oyuncuyla bulunduğunuz an değil; topu ayağınızda tuttuğunuz andır.
Geçtiğimiz hafta Özgür ve Petroviç'in tercih edilmemesi üzerine ciddi bir hayalkırıklığı yaşamıştım. Ancak bu haftaki futbolu, dolayısıyla Metin Diyadin'in kafasındaki takım karakterini gördükten sonra bu tercih idrak edilebilir hale geldi. Ne Özgür ne de Petroviç yüksek tempo oyuncuları değiller. En başında fizikleri yüksek tempoya çıkmalarına engel. Gosso ve Nizamettin'in sağladığı çabukluk ve enerjiyi onlardan beklemek kolay değil. Dolayısıyla seçilimlerin "tempo" üzerinden yapıldığı forma mücadelesinde, ilk tercih olmamaları doğal bir vaziyet. Petroviç'in diğer orta saha oyunculardan bir kaç adım önde olan pas tekniği hala farklılığını koruyor; ancak tempoya, pas kabiliyetinden öte bir değer biçilince seçilen isim de Nizamettin oluyor.
Bireysel performanslar açısından da iyi bir haftayı arkamızda bıraktık. İlk Süper Lig maçına çıktığı düşünülünce Uğur inanılmazdı. Uzun mesafede hızını koruyabiliyor, adam geçebiliyor, orta yapabiliyor; kısaca tüm ofansif bek özelliklerine sahip. Önümüzdeki maçlar defansif becerilerini de test etmemiz için bize fırsatlar sunacaktır. Ahmet bir kez daha çok iyiydi. Bir modern futbol stoperi için kısa sayılabilecek boyuna rağmen, Aykutvari stiliyle, sıçrama yüksekliği sayesinde hava toplarında zaaf yaşamıyor. Ancak Ahmet'i farklı kılan, bir Güney Amerikalı stopermişçesine ortaya koyduğu hızı ve ilk hamlelerinde. Akhisar maçı performansından sonra, Ahmet'in başına bir şey gelmedikçe, Sedat'la bir daha muhattap olmayacağız umuyorum ki. Nizamettin özel bir oyuncu değil, ancak bir çift yönlü orta saha oyuncusunun sahip olması gereken tüm özelliklere sahip. Oyunun her iki yönüne de duyarlı. Top ayağındayken de, top rakipteyken de aynı standardı tutturabiliyor. Liverpool'un efsane forveti Ian Rush, "Bir golcüyü, şutunun kalenin neresine gittiğine bakarak değerlendirmelisiniz. Robbie Fowler her zaman topu köşeye gönderirdi" demekte. Ian Rush'ın bu beyanından hareketle, Stancu'nun hem Konyaspor karşılaşmasındaki Itandje'ın güçlükle çıkardığı karşı karşıya pozisyonu hem de bu maçtaki golü onun vuruş ustalığına dair güven sağlayan bir hissiyat oluşturuyor. Bu maçın iyilerindendi, fakat özünde bir sol açık olmaması uzun vadedeki performansı hakkında emin olmamızın önüne geçiyor. Her ne olursa olsun o bölgede Zec'ten daha verimli olduğu yadsınamaz. Ve nihayet Zec yeniden en uçtaydı. Zec analiz edilmesi çok kolay bir oyuncu. Kaleye yaklaştıkça etkinliği artan bir ceza sahası golcüsü. Zec'in bu seviyede futbol oynayabilmesinin yegane sebebi şut becerisi. Ne müthiş bir sürate sahip ne kendi başına pozisyona girebiliyor ne de yüksek toplarda etkili. Metin Diyadin'in bu kadar kısa bir sürede Zec'i verim alabileceğimiz tek bölgeye yerleştirmesi önemli bir hamle.
Oktay ve, tribündeki genel kanının aksine, Jimmy yeterli bulmadığım isimler arasındaydı. Elimde istatistik yok; fakat ilk yarıda yaptığımız top kayıplarının ciddi bir bölümünü Oktay gerçekleştirdi. Yıllar geçiyor ve Oktay takım oyunu oynama konusunda her geçen gün daha da geriliyor. Topu paylaşarak oynayan ve bu paylaşımdan bir tempo üretmeye çalışan bir takım için varlığı baltalayıcı bir işlev görüyor. Ya bencilliğini törpüleyip oyununu basitleştirmeli ya da kulübeden gelip oyunu değiştirme misyonu üstlenecek bir joker oyuncu profiline razı olmalı. Tribünde iken Jimmy'nin attığı gol aklımızı başımızdan almıştı, fakat golün büyük bölümünü kaleci Oğuz'a yazmak lazım. Gol dışında da fayda üretemeyen, yaratıcı bir eylem gerçekleştiremeyen, savruk bir Jimmy vardı. Bildiğimiz Jimmy'den tek farkı bu sefer takım oyununa zarar vermemesiydi; bu da iyi bir performans ortaya koyduğu anlamına gelmiyor.
Nasıl ki geçen haftaki mağlubiyeti Metin Diyadin aldıysa, bu haftaki galibiyet de onun eseri. Sedat, Doğa gibi yanlış tercihleri arkasında bırakması, Tosiç'i stoper, Zec'i santrfor oynatmak gibi harikulade mevkisel çözümlerde bulunması, Ahmet ve Uğur'u sakınmadan sahaya sürmesi, takımın sahaya çıktığı ilk dakikadan itibaren gözümüze soktuğu zihinsel kuvveti inşa edebilmesi itibariyle dört dörtlük bir antrenör performansı sergiledi. Hem skor hem futbol hem Gezi Parkı direnişi sloganlarıyla şenlenen tribün unutulmayacak bir gün yaşadı.