Yaz aylarının futbolsuz geçen ilk gününden itibaren, her saniyesinde bir çığ misali büyüyen öylesine bir özlemle, öylesine bir hevesle beklersiniz ki o kavuşma anını, vakit geldiğinde heyecandan pır pır atan kalbinize söz geçiremez, futbolun bir delilik işi olduğunun delilleri gözlerinizdeki minik gülücükleri utangaç bir tavırla taşırsınız. Ve ardından sahaya Gençlerbirliği çıkar. Sizin içinizde yeşerttiğiniz tüm umutları lime lime etmesi sadece 15 dakikasını alır. Kendinizi kandırılmış hissedersiniz; sizi dünyanın en değersiz varlığı hissettirebilecek kadar kandırılmış...
Üst perdeden çok bilmiş bir edayla konuşmak istemiyorum, ancak futbol gerçekten basit bir oyun. "Basit bir oyun" tanımından kastım kaçınmanız gereken temel yanlışları, ve aynı bağlamda, rasyonel doğruları ayan beyan ortada olan, bu yanlışlar ve doğrular kümesini de anlamak için çok asgari gereksinimler talep eden bir oyun olagelmesi. Fakat, benim aklımın havsalamın almadığı bir şekilde, yıllarca ülkenin en üst düzey liginde futbol oynamış, bunun üstüne de ciddi bir antrenörlük deneyimi yaşamış Metin Diyadin'in bu doğrulardan bu kadar bihaber olması. Bu kadar tecrübe biriktirip, bu derece hatalı seçimlerde bulunabilmek de takdir edilesi doğrusu.
O armanın hemen üzerinde yüzünü gördükçe ifrit olunan Sedat'la başlayalım. Ahmet Çalık'ın, 18'e dahi alınmamasıyla, yaşı ve deneyimine kıyasla sergilediği üst düzey futbol ve TSYD Kupası'ndaki performansının hiçbir değer taşımadığını anladık ilk olarak. Önce genç oyunculara yönelik bir politika benimseneceğinin dile getirip, sonrasında TSYD Kupası'nda iki oyuncunun performansını karşılaştırıp, Sedat'ı, Ahmet'e tercih etme kararı içerisinde ciddi kifayetsizlik ve çelişkiler taşıyor. Sercan, Tevfik ve Kalu Uche'den oluşan sprinter, topu yerde tutan, topla seri ve becerili bir hücum hattına karşı, sadece hava topu ve çirkeflikte yetkin, ağır, manevra kabiliyeti olmayan, hantal Sedat'ı oynatmaktaki mantık da anlaşılır gibi değil. Sedat'ın, Sercan'ın gol öncesi dönüşüne karşı yaşadığı fiziksel sefillik ve çaresizliği her şeyi açıklıyor aslında. Bir alt paragrafta değineceğimiz orta sahanın topla birlikteliğindeki işlevsizliğinin bir başka sonucu da Sedat'ın üçüncü alana sık sık uzun toplar şişirmesi oldu. Takımın kısa, dinamik, oyuncuların birbirine yakın oynamak istediği pas oyunu planıyla hiçbir yakınlığı olmamasını geçtim, şunu gerçekten anlayamıyorum; eğer yüksek toplarla oynayacaksak neden en ilerde Stancu ile oynuyoruz, yok madem en uçta Stancu var neden yüksek toplardan medet umuyoruz? Metin Diyadin ikinci yarı daha iyiydik diyor; fakat ikinci yarı tamamıyla onun oyun karakterine ihanet eder bir şekilde sahada var oldu Gençlerbirliği. Bir çelişkiler yağmuru altında sırılsıklamız.
Petroviç'in 18'e alınmadığını gördüğümde küçük çaplı bir şok yaşadım. Benim nezdimde ne Petroviç futbol kalitesi tartışılacak bir futbolcu ne de bu kadro içerisinde ona alternatif oluşturabilecek bir oyuncuya sahibiz. Petroviç gibi pas tekniği çok gelişmiş, oyun aklı ve saha görüşü çok yüksek bir oyuncunun, hele bir de sezon öncesinde noksan olduğu iştah probleminde aşama kaydetmiş gözükürken, 18'i geçtim, 11'de olmaması kabul edilemez bir hata. Oyunun basitliğinden, basit kurallardan meydana geldiğinden söz ettik. Bizim Cumartesi gecesi uygulayamadığımızdan basit kurallardan birisi, "Eğer iki arka orta saha oyuncusuyla oynayacaksanız, bu iki oyuncudan biri mutlaka ayağı düzgün, pas tekniği yüksek, takımın pas koordinasyonunu sağlayabilecek bir oyuncu olmalı"dır. Avrupa'nın 4-2-3-1 oynayan tüm üst düzey takımlarında bu ikili böyle oluşturulur: geçtiğimiz sezondan birkaç örnek olarak Borussia Dortmund'da İlkay'ı, Real Madrid'de Xabi Alonso'yu, Bayern Münih'te Schweinsteiger'i sayabiliriz. Tercihlerin dünkü gibi iki safkan önliberodan yana olduğu durumlardaysa ön alana top geçiremeyen, dolayısıyla da hücum etme fırsatı yaratamayan bir takıma sahip olursunuz. Koskoca bir paragraf ayırdık, hiç gerek yok aslında, tek bir cümleyle anlatabiliriz de derdimizi: oyuncu kadrosu ve oyun formasyonu buysa, Petroviç bu takımda oynamak ZO-RUN-DA!
Metin Diyadin, Özgür'ü geçen sezon hiç izlemiş midir acaba? Eğer izlediği halde formayı Özgür'den alıp Doğa'ya veriyorsa, daha sonrasında Özgür'ün yüzüne nasıl bakabiliyor, gerçekten hayret ediyorum. Normal şartlarda insan utançtan yerin dibine girer. Doğa'dan zaten top ayağındayken bir meziyet beklemiyorum, bir önliberodan beklenmemeli de zaten, fakat topsuz oyunda da takıma sağladığı tek bir fayda yok. Ayrıca yenilen golde Doğa'nın o anda pozisyon alıp, kapatmış olması gereken alanı kapatmaması nedeniyle oluşan derin orta saha holü de -Sedat'ın hantallığıyla birlikte- golün bir diğer müsebbibi. Müthiş genişlikte alan kapatabilen, ikili mücadelelerde zor geçilen, yüksek top çalma istatistiğine sahip Özgür'le, rakibe sert girmekten başka bir marifeti olmayan Doğa kıyaslanabilir iki futbolcu değil. Özgür bu kıyaslamayı kendisine hakaret saysa yeridir.
Yaz yaz bitmiyor. Zaten Gençlerbirliği sizin hayatınızdan yeterince zaman ve enerji çalma cüretini kendinde buluyor, üstüne bir de ben canınızı haddinden fazla sıkmayayım. Zec-Mervan değişikliğine değinip son noktayı koyalım.
39. dakikaya kadar, Doğa'nın zaten o gerekliliklere sahip olmaması, Gosso'nun da -TSYD Kupası'nın aksine- akıl almaz sayıda top kaybetmesi nedeniyle üçüncü bölgeye top geçiremeyen, öndeki oyuncularıyla bağlantı kuramayan, zerre oyun aklı üretemeyen, kopuk bir organizma vardı elde. Dolayısıyla sorunun kaynağı Doğa-Gosso merkezinin işleyememesinde, takıma sirayet edememesinde saklıydı. Tanı hatalı olunca, tedavi yöntemi de o hatadan nasibini aldı. Sorun üçüncü bölgeye top taşınabiliyormuş da, o bölgede üretkenlik sağlanamıyormuş gibi hücum bölgesine yapılan bir değişiklik oldu. 39 dakika maç izleyip, bu derece basit bir analizi yapamayan teknik direktör icra ettiği mesleğin kendine uygunluğunu sorgulasın bir zahmet.
Metin Diyadin'in yaptığı tüm bu yanlışlar silsilesi, yeni bir teknik direktör yanlışlarından öte kötü bir teknik direktör yanlışları izlenimi veriyor. Ülkesinde var olan, dolayısıyla yabancısı olmadığı bir ligde çalışan ve uzun bir hazırlık dönemini takımla birlikte geçirmiş bir antrenör için "kadroyu henüz tanıyamamak" geçerli bir bahane değil. İlk haftadan koskoca bir sezon öngörüsünde bulunmak pel sağlıklı değil, fakat bu kadar yanlıştan bir doğru çıkmayacağı da ortada. Tüm bu şartlar dahilinde, kurtarıcı olarak, bir periye ihtiyacımız var, Metin Hoca'ya sihirli değneğiyle dokunacak bir periye...