Hafta içi açıklamalarla oluşturulmaya çalışan atmosfer ve motivasyon çabasına taban tabana tezat; Ankara'nın boğucu yazına hazır olmamızı salık veren son günlerdeki havasınaysa tümüyle paralel olarak arzudan, coşkudan, kararlılıktan yoksun bir takım arz-ı endam etti Cuma akşamı. Ancak, kabul etmek gerekir ki, teknik direktörünün, en önemli oyuncusunun kulüp bünyesindeki geleceğinin belirsizliğiyle beraber düşünülünce daha az önem biçilecek bir mesele bu.
Kasımpaşaspor'un Uche'yi merkeze alan hızlı ve beklenmedik ataklara dayalı hücum planı, topu dikine ve pek de değer vermeden kullanmaları nedeniyle oyun hakimiyetinin bize kaymasını beraberinde getirdi. Bizimse bu belirleyici takım olma fırsatını iyi kullanamadığımızı itiraf etmek gerekir. Topu kaybettiği anda kalabalık bir biçimde yarı sahasına çekilen Kasımpaşaspor'un toplu savunmasının göbeğini kısa paslarla aşamayıp; açıklarımızı da dribbling ya da orta yapmaya uygun noktalarda topla buluşturamayınca, solda Tosiç'i, sağda da Jimmy'yi defansın arkasına sarkıtıp, bu isimlere uzun ters toplar atma fikrinden fiiliyat üretme çabasına girdik. Ancak tüm bu hücum denemeleri, orta sahada beyin görevi yüklediğimiz Petroviç ve Azofeifa'nın olumlu performanslarına rağmen, hem takım halindeki dezorganizeliğimiz hem de Zec ve Jimmy'nin oyuna etki etmekten çok uzak halleri nedeniyle olgunlaşmış fırsatlara dönüşemedi.
İkinci yarı ise Kasımpaşaspor'un daha dinamik bir halet-i ruhiyeye büründüğü; bizim ise zihinsel olarak maçtan kopmuş, vakit sayan bir görüntü içine girdiğimiz bir çerçeve içinde tanımlanabilir. Yoksun olduğu oyuncuları yadsımamakla beraber, Fuat Hoca'nın da herhangi bir formasyon değişikliği arayışına girmemesi ve değişiklik yapmak için 89. dakikaya kadar beklemesi onun da bu boşvermişlikten nasibini aldığına, tribündeki bizler ve sahadaki futbolcular gibi uykulu gözlerle maçı takip ettiği hissiyatına açık kapı bırakıyor.
Israrla maçın keyifsizliğinden dem vurmaya gerek yok; işler uzun yıllardır böyle yürüyor zaten. 19 Mayıs Stadı'na doğru yol alırken kendinize yapacağınız en büyük iyilik beklenti düzeyinizi olabildiğince aşağı çekmek. Hatta bununla ilgili bir atasözünü futbol terminolojisine hediye etmemiş olmamızı kendi ayıbımız olarak görebiliriz. Maçın ertesi günü gelen Vleminckx'in Ankara'da kalacağı müjdesiyse bir "kazanma hali"ni temsil ediyor; başka türlü kazanımlara benzemeyen bir kazanım hali bu. Geçmiş deneyimlerimizden yola çıkarak diyebiliriz ki, kuvvetle muhtemel önümüzdeki birkaç yıllık süreçte şampiyon olamayacağız, Türkiye Kupası'nı kazanamayacağız, ister 19 Mayıs'ın tozlu koltuklarında ister ekran karşısında keyifli bir futbola tanıklık edemeyeceğiz; fakat bu süreç içerisinde "Altın Kafa"yı, nesilden nesile aktarılan beş aylık bir anı anlatısına dönüştürmeyeceğiz. Kelimenin tam anlamıyla; işte buna içilir!