Önce yazacak, dert yanacak, feryad edecek çok fazla mesele olmasına rağmen, sınav haftasına denk gelmesi nedeniyle üzerine konuşamadığım Elazığspor maçı, ardından 40 Kişi ekibinin gerçekleştirdiği Fuat Çapa röportajı, sonrasında Gaziantepspor karşılaşması ve en nihayetinde Gaziantepspor maçının son bölümünde tribünde yaşanan aptalca dakikaları tek bir kelimeye indirgemek gerekse kullanacağınız kelime ne olurdu? Sanıyorum ki benim tercihim "kaybetmek" kavramından yana olurdu. Bizi bu kulübe bağlamış hangi değer varsa, hem saha içinde hem tribünde, onları kaybetme sürecine girmiş bulunuyoruz; bir nevi çöküş sürecine...
Birazdan aktarma çabasına gireceğim vizyonsuz düşünceler ve bu düşüncelerden doğma kişiliksiz edimlerden evvel şunu kabul etmemiz gerekir ki, bir teknik direktör için en ideal çalışma şartlarına sahip futbol kulübü değiliz. Tahammülsüz ve tatmin etmesi güç bir başkana ve teknik direktörün çalışma çerçevesini belirleyen bir genel menajer sistemine sahibiz. Bu şartlar altında çalışan bir teknik direktörün de daha geniş bir özgürlük istencine kavuşma arzusu son derece anlaşılır bir durum. Ancak Kayserispor maçının ardından "Dertlere Yok Mudur Deva?" başlıklı yazımda da belirttiğim üzere, dünyada baskın olan sistem buyken, Carlo Ancelotti'den Frank de Boer'a; Rafael Benitez'den Andrea Stramaccioni'ye değin sayısız teknik adam büyük ölçüde bu sistem altında çalışırken, bu "kısıtlı çalışma alanı"nı olumsuzlukların başat unsuru yapamazsınız. Eğer gerçekten o alana tamamıyla hükmetme yetkisine sahip olmak istiyorsanız, bunu hakettiğinizi ve bu yetkinlikte olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor; her seferinde yenilmemek uğruna on kişiyle yarı sahanıza çekilme şahsiyetsizliğini sergilemeniz değil...
Bundan sonraki bölümü okurken aklınızın bir kenarında Fuat Çapa'nın 40 Kişi röportajında söylediği şu cümle sürekli olarak bulunsun istiyorum: "Taraftar göze hoş gelen futbol istiyor; fakat oynadığınız futbol konuşulmaz, skor konuşulur".
Fuat Çapa'yı tercih ettiği oyun felsefesi, oyuncu seçimleri, taktisyenliği vs. üzerinden eleştiriye tabii kılmak mümkün elbette; fakat hem bunların tepesinde bulunması hem de bu niteliklerin karar alma süreçlerini belirleyen sebep olması nedeniyle odak noktamızı başka bir soruna, "başarı kıstası"nın ne olduğu sorusuna yöneltmemiz gerekiyor. Bu yazıyı okuyan her taraftar kendisine bu soruyu sorsun istiyorum: Taraftarı bulunduğunuz takımınızın başarılı olma kıstası sizin için nedir? 40 Kişi ekibinin yaptığı röportajda alenen ortaya çıktığı üzere, Fuat Hoca başarıyı bütünüyle nicel bağlamda tanımlıyor. Onun için başarı, sadece ve sadece, mikro ölçekte o hafta ulaşılan sonuç, makro ölçekte de puan tablosunda edindiğiniz konumla ilişkili. O, sonuca ulaşırken kullanılan metodun, yani "sahadaki futbolun mahiyeti"nin herhangi bir değer ihtiva etmediğine inanıyor. Dolayısıyla maç bittiğinde yenilmemiş olmak kazanmak anlamına geliyor.
Fuat Hoca futbolun veya bir Gençlerbirliği karşılaşmasının, o stada teşrif eden insanların, o stadda bulundukları yaklaşık iki saatlik zaman dilimi içerisinde keyif almalarını, eğlenmelerini sağlayacak bir aktivite olması gerekliliğini -ne yazık ki- idrak edemiyor. Kendisi gibi Gençlerbirliği taraftarı için de kazanmanın mutlu hissetmek için yeter sebep olduğu yanılgısına düşüyor; tahminim o ki, Galatasaray maçında bizler haksız bir galibiyetin vicdan azabıyla cebelleşirken; kuvvetle muhtemel onun için bu 3 puan büyük bir haz doyumuna yol açıyor(hatırlayalım röportajda Galatasaray maçının da dahil olduğu son dört haftayı başarılı bir dönem olarak açıklamıştı). Bir diğer ihtimal de taraftarın varlığı, taraftarın memnuniyeti pek de ırgalayıcı bir mesele gibi durmuyor. Onun CV'sine işlenecek ligi 6. bitirme başarısı veya Türk Telekom Arena'da Galatasaray'a karşı alınmış bir galibiyet, taraftarın ne hissettiğinden daha elzem bir meseleymiş gibi yer ediyor. Evet, sonra çıkıp "Her Gençlerbirliği taraftarı yanında bir arkadaşını getirse" temennisinde bulunuyor; e ben de bunun üzerine sormak istiyorum: Gerçekten insanları bu rezaleti, bu karaktersizliği izlemeye mi davet etmemizi bekliyor bizden?
Bu takım maçın eşitlik halinde olduğu periyotlarda kaliteli futbol oynayabildiğini sayısız kez göstermişken, skor üstünlüğü ne zaman ele geçirilse dikkatini salt gol yememeye veren bir savunma futboluna; savunma da değil, korkaklık futboluna çeviren zihniyete nasıl saygı duyulması bekleniyor? 60 dakika boyunca onbir futbolcusuyla kendi yarı sahasına çekilmiş, tek derdi "aman, sakın gol yemeyelim" olan bir Elazığspor maçı oynanıyor ve bu maçın ardından gelen teknik direktör yorumu, "Geriye düşen takım daha etkili görünür, Elazığspor kaybedeceği bir şey olmadığı için saldırarak oynamak zorundaydı, topa sahip oldular" şeklinde. Şu yorumun içerdiği komediyi Albert Camus görse "absürt" kavramını yeniden tanımlama ihtiyacı hissederdi. Birkaç ihtimal var; ya Fuat Çapa bizleri gördüğünü anlamaktan aciz gerizekalılar sanıyor ya kendisini biz ortazekalı futbol izleyicilerinin göremediğini farkeden bir dahi ya da hepimizin Kuzey Korevari bir coğrafyada yaşadığını ve Gençlerbirliği maçından başka maç izlemediğimizi... Şunu dememizi bekliyor sanırım; "Futbolda genelgeçer ve hiçbir faninin değiştiremeyeceği, değiştirmek ne kelime, şüphe dahi duyamayacağı bir kural vardır: öne geçen takım skoru korumak adına topla ilişkisini tamamen keser ve sadece oyunun savunma yönüne odaklanır, rakip de kaybedeceği hiçbir şey olmadığı için oyunda ve topta özne konumuna geçer". Evet evet, gerçekten de dahiyane bir aklın ürünü gibi duruyor.
Malumunuz karaktersiz futbolun her maçta biri bin para zaten, ancak bununla beraber Gaziantepspor maçındaki bir değişiklik var ki, tek başına Fuat Çapa tarafından son bir senede takıma aksettirilen kişilik(sizlik) dönüşümünün anıtı görünümünde: Vasat bir gününde olsa dahi arka alanda topta hakimiyet kurmamızı ve pas dağıtımını örgütlememizi sağlayabilecek tek oyuncumuz olan Petroviç'in oyundan alınıp, yerine topla tanıştırılması ve futbol dilinin en başından öğretilmesi gereken Cem Can'ın kaydırılması. Sanıyorum ki değişiklik öncesi Fuat Çapa'yla Edward Sturring arasında nasıl yapsak da orta sahadan top çıkarmamızı engellesek kabilinden bir diyalog yaşandı. Eğer bu değişikliğin altında yatan sebep gerçekten buysa, maça müthiş etki eden, kusursuz bir teknik direktör hamlesiydi.
Bir de umuyorum ki günün birinde hem yetersiz bir futbolcuyken hem de kendi standartlarında dahi kötü oynarken neden Cem Can'ın koşulsuz olarak ilk 11'de yer aldığını ve nasıl bu kadar göz göre göre başka oyuncularının hakkına tecavüz edildiği bizimle paylaşılır. Sadece Gençlerbirliği özelinde değil, evrensel bağlamda da futbola dair en büyük meraklarımdan biri bu benim. Maradona'yı mı izlemek isterdin yoksa bu sorunun cevabını mı öğrenmek diye sorulsa kararsız kalabilirim.
Tanıl Hoca zamanında, "Gençlerbirliği taraftarlığı yönetime rağmen yürütülen zor bir zanaattır" demişti. Katılmamak elde değil, ancak şu günlerde Gençlerbirliği taraftarlığı yönetime ek olarak kendi teknik direktörü ve kendi taraftarına rağmen yürütülen ve çelik gibi sinirlere sahip olmanızı zorunlu kılan bir zanaat.