Takdire şayan azimlerine büyük saygı göstermekle birlikte, Akhisarspor'un bu ligin en yetersiz kadrosuna sahip olduğu tespitini yapabiliriz. Büyük çoğunluğu daha önce Süper Lig seviyesinde futbol oynamış, ancak başarılı günlerini geride bırakmış, tecrübe temelli bir futbolcu topluluğuna sahipler. PTT 1. Lig seviyesinde bile ortalama veya ortalama üstü olarak kategorize edilecek bir takım bahsedilen. Bu sınırlı kulubün karşısında da her şartın ondan yana olduğu bir Gençlerbirliği var. Argümanlar üreterek bu iki takım arasında kıyas yapmayı, bu kıyastan da takımımızın üstünlüğüne dair bir çıkarımda bulunmayı dahi fuzuli görüyorum.
Bu güç dengesizliğinden hareketle, maçın ilk dakikasından itibaren bu üstünlüğü ortaya çıkaracak bir karşılaşma hasıl olmalı. Fakat hem iştah, mücadele azmi hem de teknik gereklilikler açısından hemen hemen hiçbir lehte farkın su yüzüne çıkmadığı, hatta pek çok departmanda Akhisarspor'un bizden daha üst seviyeye ulaştığı bir vaziyetle karşı karşıya kalıyoruz. O zaman da haliyle insan bir soruyu sormadan edemiyor; bu takım Akhisarspor karşısında dahi oyunu kontrolüne alamayacak, rakibe diş gösteremeyecek, sonuca bilinçli bir şekilde ulaşamayacaksa hangi rakibe karşı bunları sağlayacak?
Saha içine de dönebiliriz, fakat bu maçı Fuat Hoca'nın maç sonu söylemleri üzerinden okumamız gerektiği kanısındayım. Hatırlatmak gerekirse, maç sonunda şu şekilde bir beyan gelmişti hocadan, "Tekniğin, taktiğin değil, yüreğin ön plana çıkması gereken bir maçtı''. Ben bu açıklamayı şu güne kadar yapılmış en talihsiz birkaç maç sonu açıklamasından biri -belki de en talihsizi- olarak değerlendiriyorum. Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalacak bir açıklama bu. Öncelikle yüreğin ön plana çıkması gibi Terimvari bir açıklamayla anlatılmak istenen nedir? Bu açıklama neticesinde benim çıkarsadığım mental özellikler üstüne yapılan bir vurgu. Ancak bu mental gereklilikler her maç azami seviyede ortaya çıkması, varlık değil yokluk durumunda dile gelmesi gereken durumlar değil midir? Bu açıklamanın meşruti bir zemin kazanacağı durumlar olabilir, baskı ve beklentinin bir futbolcu, hatta bir insan için taşınılamayacak bir noktaya geldiği büyük bir turnuva finali veya onbinlerce insan önünde oynanacak bir kümede kalma mücadelesi gibi. Bu tip hallerde sizin bu dış etkenlere karşı mental bütünlüğünüzü korumanız, bir başka deyişle, yüreğinizi ortaya koymanız gayet olağan bir ihtiyaçtır, zorunluluktur. Ancak, müthiş coşkulu ve pozitif bir tribün önünde ligin en zayıf ekibine karşı verilmiş sıradan bir lig maçında bu söylemde bulunmak absürt, bir parça da komik kaçıyor.
Söylemin ikinci parçası olan teknik-taktiğin öne çıkmaması mevzusu da ayrı bir vahamet ihtiva etmekte. Siz tekniği-taktiği böylesine ikinci plana atarsanız, Cumartesi günkü gibi oyuncularınız tek tek hiç de fena olmayan performanslar sergilese dahi, bir bütün halinde hareket edemeyen, şuurdan ve futbol aklından yoksun bir organizma kalıyor elde. Ne etkili bir alan parsellemesiyle savunma kotarılabiliyor ne de hücum yaparken planlı ve şuurlu bir mahiyet gözlemlenebiliyor. Eğer yürek yerine teknik-taktik meselelere yatırım yapar, odak noktamızı ora haline getirebilirsek sahada da ne yaptığını idrak etmiş, futbol oynamayı başarabilen, başaramayacak olsa dahi hiç olmazsa deneyen bir takımla karşılaşırız.
Çok çok iyi niyetli bir perspektiften okumaya çalışsak, bu maç sonu söyleminin kabul edilebilir olacağı tek vaziyet Şükrü Saraçoğlu veya Türk Telekom Arena gibi atmosfer yoğunluğunun oldukça üst seviyeye çıktığı bir deplasman olabilirdi. Geçtiğimiz haftaki Antalyaspor maçının ardından Fuat Çapa maça dair kusursuz tespitler yapmış, atılan beş golün yanılsamasına kapılmamıştı. Fakat, ne yazık ki, hem ligin ilk yarısında sık sık yaptığı gibi maç sonu açıklamasını yeniden bir tür "savunma mekanizması" olarak kullanımıyla hem de sahadaki başarısız futbolla büyük hayalkırıklığıyla neticelenmiş bir haftasonunu geride bıraktık.