Futbolun icra edilen haliyle yetinmeyip, onun kamerayla da temas ettiği yapıtlara aşinalığı olanlar "Goal!" serisini izlemiş, izlemekle yetinmeyip o rüyavari yolu filmin kahramanıyla birlike adımlamışlardır. Amerika'ya göçmüş Meksikalı bir ailenin çocuğu olan Santiago Munez'in, mahalli bir maçta keşfedilmesinin ardından, çok kısa bir süre içerisinde dünya futbolunun en büyük yıldızlarından biri haline gelmesinin, Newcastle United ve Real Madrid gibi devlerin formasını giymesinin anlatıldığı film, çocukluğumuzun en büyük tutkularından yıldız bir futbolcu olma hayalini biz romantik futbolseverlerin önüne sermiş, dolayısıyla gerçek hayata uyarlanacak olsa absürt kaçacak bir hikayeyi damaklarda yoğun bir tat bırakarak, realitesi pek de dert edinilmeyecek bir dakikalar bütünü haline getirmiştir. Björn Vleminckx'in Gençlerbirliği'nde başlayan hikayesi de Munez'inkine benzer bir rüyayı Gençlerbirliği taraftarlarına yaşatırken, bunun bir öyküsellik taşımaması, şüphesiz ki büyük bir parça sevinç ve coşku, ancak onun ötesine geçecek bir şaşkınlık ve kendini bu şaşkınlık karşısında ikna etme zorunluluğunu peyda etti.
Henüz beş dakika dolmamışken atılan iki gol yetmezmiş gibi, ardından, kuvvetle muhtemel yıllar içinde "on metre yükseğe çıkmış, yirmi saniye havada asılı kalmış" şeklinde mitleştirilecek akrobatik şaheseri ve o şaheseri tamamlayan gol vuruşuyla, yeni Belçikalı tanrımızın kulu olmayı seçmek değil, kabullenmek zorunda kaldık bizler de. Eğer kendimizi Vleminckx'in masalsı etki alanından zor bela sıyırıp, maçta neler olduğunu hatırlamaya çalışırsak; ilk yarıda, iki ekibin de top hakimiyetini eline geçirememesinin sonucunda, ofansif organizasyonların dikine ve bilinçsiz hücumlarla sağlandığı yüksek tempolu bir oyun görüntüsü vardı. Skorun yansıttığı parlaklıkta bir oyun kalitesi olmasa da, onun yansıttığı dengesizlikte bir futboldan bahsetmek mümkündü.
İkinci yarıya ise alanımızı koruma düsturuyla başladık. Birbirine yakın güçlerin çarpıştığı bir mücadelede, deplasman tarafı olarak, öne geçilen bir maçta bu makul bir tercih elbette. Fakat biz bu alanı ve skoru korumaya yönelik planımızın ölçüsünü öyle kaçırdık ki, müdafaa ederken zaman zaman cezasahası yayı önüne kadar çekildiğimiz oldu, topu kullanırken ise son derece savruk ve umursamaz bir halet-i ruhiyeye büründük.
Björnmania o derece göz kamaştırıcı ki, insan başını başka bir tarafa çevirmek istemiyor, ancak çok kötü performans sergilemiş isimleri de unutmamak lazım. Azofeifa ortasaha hengamesinde yokları oynadı; hemen hemen hiç insiyatif almadı, topla buluştuğu anlarda ise çok ağır ve güçsüz kaldı. Zec, bir santrfordan sol açığa evrilmek zorunda kalması nedeniyle, beklentileri karşılayamamaya devam ediyor. Bir açık oyuncusu için son derece ağır kalması ve adam geçme özelliğinin bulunmaması üzerine, bir de Ankara'da geçirdiği yıllar içinde en ufak mesafe katedemediği zayıf fiziği eklenince, nitelikleriyle değil, sadece emeğiyle sahada var olan üretkenlikten uzak bir Zec profili önümüze çıkıyor. Hurşut da ise durum tam ters bir seyir izliyor. Futbol tanrılarının ona bahşettiklerinden hareketle, oyunun tek yönünde varlık göstermesinin, yeterli olacağını, hatta daha da fazlası bir lütuf olduğunu düşünüyor. Bu yetenek kullanımının bu sezon tatminkar bir seviyede olmaması üzerine, bir de bu tembel tavırlar eklenince, tüm takımın hem mental sertliğine hem de takım müdafaasına zarar veren bir görüntüyle karşı karşıya kalıyoruz. Sadece tek farkla öndeyken ve maçın bitmesine on dakikalık bir müddet varken, hücuma çıkan Ergün Teber'i kovalamak yerine, onun yanından geçişini seyre dalan Hurşut'u farkedenler ne demek istediğimi çok daha iyi gözlemlemiş olsalar gerek. Bir başka yazıda detaylı bir şekilde bunu açıklamaya çalışacağım, ancak bu noktada şunu demekle yetineyim; Hurşut'u -hem maddi kazanım hem de kadro yararı açısından- elden çıkarmak için bu ara transfer dönemi en uygun vakitti, fakat biz bu işlemi ne yazık ki gerçekleştiremedik.
Antalyaspor maçı ligin ilk devresini hayalkırıklığıyla kapatmış bir takımın özgüvenini yeniden tamir etmesi açısından değerliydi. Yükselişe geçmek için fikstürün en elverişli dönemindeyiz. Önümüzdeki dört-beş haftalık periyot kokmaz bulaşmaz bir orta sıra takımı mı olacağımızı, yoksa ilk 6'yı mı zorlayacağımızı büyük ölçüde belirleyecek.