İlhan Cavcav'ın yeni bir stad yaptırma konusundaki isteği ve arzusu malumunuz. Yapılması planlanan bu stad için de, tüm bürokratik işlemlerin gölgesi altında Ankara'da uygun bir arazi aranmaya devam ediliyor. Benim naçizane tavsiyem, yapılması planlanan bu stadın Ankara'ya değil de, İstanbul'a yapılması. Çünkü -Eskişehirspor maçı hariç diğer tüm deplasmanlarımızın aksine- istikamet İstanbul olunca, Fuat Hoca takımı ofansif bir oyun kurgusu ve kadro seçimiyle sahaya sürüyor. Sahada mücadele eden takım da her bir Gençlerbirlikliye keyif veriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyespor ve Fenerbahçe maçlarında olduğu gibi, belli ki Kasımpaşa maçının talimatı da -o haşmetli pankartımızda yazdığı gibi- "Gençlerbirliği İleri" şeklinde verilmişti Fuat Hoca'dan.
Maçı iki ayrı bölümde incelemek lazım: İlk 65-70 dakika ve son 20-25 dakika. Geçtiğimiz hafta Fuat Hoca, 19 Mayıs'a, 8'i defansif görevlerle yükümlendirilmiş bir kadroyla çıkarak, ilk 11 içerisinde %72'lik bir savunma oranı yakalamıştı. Bu haftaysa, üç önliberonun yerine, tek önliberonun tercih edilmesiyle, bu oran savunma noktasında %54'e düşerken, ofansif seçilimli oyuncuların 11 içindeki oranı %46'ya fırladı. Bu kağıt üzeri tercihlerin oyun alanına etkisi de, topu yönlendiren, oyunu biçimlendiren takımın Gençlerbirliği olmasını beraberinde getirdi. Bir kanat hücumcusu olan Jimmy'nin, alışık olmadığı pozisyonu yadırgamayıp, hem pas alışverişlerinde etkin ve dinamik olması hem de henüz yeteneklerini nadir parlayan bir şekilde sunmuş olsa da, çabası ve azmiyle şimdiden tribünlerin sevgisini kazandıran savaşçılığı orta sahada kalitemizin artmasına, dolayısıyla oyunun egemen takımı olmamıza büyük katkı sağladı. Salt defansif görevler yükleyip, çevresini top kullanabilen oyuncularla donatınca performansı zirve yapan Cem Can'la dönen topları toplayıp, öndeki becerikli isimlerimizle de oyunu tutarak maçtaki dominant takım olmayı başardık. Bu yarıda en tehlikeli pozisyonlara giren ekip Kasımpaşa olsa da, özellikle ilk yarım saat olmak üzere, yarı boyunca maçın kumandası bizim elimizdeydi.
Bu maç öncesi attığımız 22 golde %45'lik devasa bir paya sahip olan duran top/duran top ilişkili organizasyonlardan bir diğerinde, Hurşut'un beşinci asistiyle birlikte, sahanın en etkili isimlerinden biri olan Jimmy'nin attığı golü karşıladık. Çok geçmeden golü yesek de, hemen ardından gelen Lekiç'in vuruşuyla, üstünlük payesini taşıma hakkını yeniden elde ettik. Tam da bu noktada, Lekiç'in attığı golden sonra ısrarla Fuat Hoca'ya koşması ve Fuat Hoca'yla Lekiç'in birbirleriyle kucaklaşmasındaki duygu yoğunluğunun hakkını hangi film sahnesi verebilir ki tam olarak? Lekiç'in kaliteli bir futbolcu olduğuna inanan ve ona arka çıkılmasından yana olan ben de, o anda, Lekiç'le Fuat Hoca'ya sarılan bir üçüncü kişiydim; kimse görmese de, kimse farketmese de...
Attığımız ikinci golün akabinde yaklaşık bir on dakika, oyunu aynı doğrultuda sürdürmeyi başardık. Zec'in direkten dönen şutu başta olmak üzere üçüncü golün kokusunu da içimize çektik. Fakat o periyottan sonra, topla olan ilişkimizi sınırlamaya ve takım halinde geri çekilmeye başladık. Bu davranış tercihinin bilinçli bir seçimden öte, içgüdüsel bir reaksiyona dayandığı kanısındayım. Son iki haftada 8 gol yemiş, nihayetinde özgüveni dip noktayı görmüş bir oyuncu topluluğu, son derece bozuk bir zeminin de etken olmasıyla, saha içinde skoru korumak için kalesini savunmaya yönelik bir refleks geliştirdi. Ben, Fuat Hoca'nın değişikliklerinde hatalı bir seyir izlediği yargısını taşımıyorum. Orta sahaya dirilik kazandırma ve yüksek top tehlikesini asgari seviyeye çekme amaçlı yapılan Özgür takviyesi de, maçın her saniyesinde dökülmüş Mehmet Sedef'in kulübeye çağrılması da doğru hamlelerdi. Ancak, değişiklik mevzusundaki tek problematik nokta olarak, kondisyonu tükenmiş Lekiç'in yerine Artun'un alınmasıyla hem topu rakip yarı sahada fazladan tutma fırsatı yakalayabilirdik, hem de Kasımpaşa defansının şişirdiği uzun topları, genç santrforun dinçliğini kullanarak, bir parça dengesizleştirebilirdik.
Yukarıda bahsedilen mental kırılganlığın üzerine, takım içerisindeki en güvenilir bölgemiz olan tandemimizin, yani Aykut-Kulusiç ikilisinin, 1.77'lik Adem Büyük ve 1.79'luk Kalu Uche'ye karşı hava üstünlüğünü tamamen kaybetmesi -ki Yalçın'ın son dakikalarda o bölgeye çekilmesiyle, işler bizim için daha da kaotik bir hal alacaktı-, kanat savunucularımızın Özer ve Djalma ikilisine çok sayıda rahat orta yaptırması, Özgür ve Cem Can/ Curri ikilisinin dönen toplardaki noksanlığı ve kazandığımız topları akılcı kullanamamız gibi birbiriyle bağlantılı sayısız faktör eklenince de derin bir "ah" çekerek, bir puanı kabullenmek zorunda kaldık.
Geçtiğimiz sezon, taraftarlık tarihimizin en efsanevi maçlarından biri olarak hatırlayacağımız Beşiktaş maçıyla enfes bir form düzeyine erişmiş, sonrasında da ligin en özel takımlarından biri haline gelmiştik. Şimdi bir kez de tarihin bizim için tekerrür etmesine ihtiyacımız var, bu ihtiyacı sağlayacak gücümüz ve coşkumuz da...