Geçtiğimiz sezon oynanan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçları sezonun iki farklı yüzünü oluşturarak özetini ortaya koyacak bir seçki niteliğindeydi. Ankara'da oynanan ilk maçta Gençlerbirliği sezonun belki de en iyi futbolunu ortaya koymuş ve rakip 4-0 gibi üstün bir skorla geçilmişti. Olimpiyat Stadı'nda oynanan sezonun son maçında ise, beraberliğin de Avrupa Ligi Play-off'una yetmesiyle, takım maç boyu sinik bir futbol sergilemiş, maç boyu pozisyona dahi girmekte sıkıntı çekerek tek golle yenilmişti.
Bu maçta da Fuat Çapa'nın genel deplasman perspektifi olan minimal oyun yaklaşımı ile son haftalardaki etkisiz futboldan oluşan bir birleşimle karşılaşacağımı öngörerek umutsuz ve isteksiz geçtim ekran karşısına. Fakat daha ilk dakikadan tüm öngörülerimi tersine çeviren bir takımla karşılaştım. Kendi yarısahasında oyunu kabul eden, deplasmanlarda yenilmemeyi önceleyen bir takım yerine; galip gelmek için ilerleyen dakikalarda her şeyini ortaya koyacağını belli eden bir takım vardı sahada. Daha ilk 15 dakikadan da üç tane golle sonuçlanabilecek tehlike yaratıldı. Yarının sonlarına doğru tempo biraz düşmüş olsa da, etkili olduğumuz bu ilk yarıdaki futbolun sebepleri üzerine düşünmemiz gerek.
İlk olarak açık ki Fuat Hoca takımının bu maçı önde oynaması üzerine kurmuş planını. Bu plan zaten sizin hücumda çok adamla bulunmanızın ve yetenekli oyuncularınız sayesinde pozisyon bulmanıza sebep olacaktır. Cem Can ve Petrovic'in dönen toplardaki üstün başarısı da eklenince, Gençlerbirliği sürekli olarak topa sahip olmayı ve atak üstüne atak üretmeyi sürdürdü. İlk yarının erken bölümlerinde lehimize seyreden %60 civarı topla oynama oranının yegane sebebi buydu. Ayrıca hücum oyuncularına ek olarak Tosic'in de sürekli servisleri oyunumuzu zenginleştirdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor defansının arkasına atılan toplarda bocaladığını farkeden Fuat Çapa'nın ikinci yarıda sprinter Zec'i en uca, onun boşalttığı bölgeye de Jimmy'yi yerleştirmesi enfes bir hamleydi. İlk gol bir duran toptan gelmiş olsa da, ikinci golün bu değişikliğin eseri olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca eklemek gerekir ki, pasiflik ve korkaklıkla eleştirdiğimiz Fuat Çapa'nın takım 2-0 öndeyken kolaya kaçmayıp, kalan süre boyunca "Aykut çık" diye her bağırışı yanlış olan takımı geriye yaslamayı seçmemesi, ön alanda mücadeleye teşvik etmesi bildiğimiz ve sevdiğimiz Fuat Hoca'ya geri dönüş sinyalleri verdi.
Hazır golünü de atmışken Aykut üzerine iki cümle edeyim istiyorum. Hatırlıyorum da Ersun Yanal'lı dönemde birbirinden yetenekli onca isme rağmen en sevdiğim oyuncu Serkan Balcı'ydı. Sizin için Gençlerbirliği ne kadar değerliyse, onun saha içindeki tavırlarından, onun için de o kadar değerli olduğunu görürdünüz. Aykut'ta da benzer bir oyuncu karakteri seziyorum. Adeta Gençlerbirliği tribünlerinin önünde yürüyen bir Spartaküsmüşçesine, sanki bizlerin sevinci ve mutluluğu evrendeki en birincil durummuşçasına, tüm cengaverliği ve yürekten mücadelesiyle bizlerin saha içinde vücut bulmuş haline erişiyor.
İyi oyun ve galibiyete rağmen üzerinde çalışılması gereken birkaç problemimizin olduğu açık. Gollerden sonra ortasahamız çok kolay geçildi, bu noktada sorumluyu Cem Can-Petrovic/Özgür ikilisinden çok, onların önündeki dörtlünün tembelliğinde aramamız gerekli. Ayrıca golden sonra savunmayı ortasahaya kadar çıkaran rakip karşısında sadece bir kontraatak fırsatı üretebildik, biraz beceri ve arzuyla daha fazlası yaratılabilirdi kuşkusuz. Bir başka ciddi problem de sağ kanat savunuculuğu. Serkan Kurtuluş'un tüm iyi niyetli çabasına rağmen o bölge Gençlerbirliği'nin en zayıf karnı durumunda. Sakatlığı ardında bırakan Mehmet Sedef'in o bölgeye yeniden kazandırılması eldeki en mümkün çözüm gibi duruyor.
Nihayetinde nasıl ki son iki haftada oynanan futbol yüzünden Fuat Çapa'yı sert bir şekilde eleştirdiysek, bu maçın ardından da hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Gençlerbirlikliler bu sezon ilk kez hem galibiyeti hem de güzel futbolu bir arada görmenin engin keyfini yaşadılar. 7 haftada toplanan 12 puan ve zirveyle sadece 2 puan fark olması keyif verici sonuçlar, ayrıca Fuat Hoca'dan yeniden futbol oynamaya istekli bir takıma döneceğinin sinyallerini alıyoruz; sonuç gelsin gelmesin bunun değeri her şeyin üstünde.