Şike operasyonu sonrası “çok farklı” olacağını düşündüğümüz “süper lig” eski gibi, kaldığı yerden devam ediyor. Olanlar unutuldu, dikkatler dağıtıldı ve her şeyin sonunda yine hedef tahtasının 12sine hakemler oturtuldu, haydi rastgele…
Biz zaten en başından beri hakemlerin bu oyunun bir parçası olduğunu kabullenmedik. İnanmazsanız açın eski Milli maçları, Avrupa kupası maçlarını, göreceksiniz ki mağlup olduğumuz her maçta, maçı anlatan spiker hakemin nasıl art niyetli olduğunu, maçı anlattığından daha fazla anlatır. Boş kaleye atamayan forveti de eleştiririz, saçma sapan gol yiyen kaleciyi de; ama bu eleştirilerin hiç biri hakemlere yöneltilenler kadar acımasız olmaz. En nihayetinde boş kaleye kaçıran golcü de, topu elinden kaçıran kaleci de bizim oyuncumuzdur ve art niyetli değillerdir. (3 Temmuz’dan sonra art niyetli olanları ile de tanıştık, değil mi?) Onların hatalarını “kendi düşen ağlamaz” olgunluğuyla göğüsleriz, katlanabildiğimiz kadar… Fakat hakem öyle mi? Verdiği her kararın altındaki gizli gerçek nedir, kimden etkilenmiştir, maçı kime satmıştır, kimi kollamıştır, hangi ufak hesapların peşindedir. Ve tabi kim oluyordur o hakem? Sahiden kim oluyor ki hakem, kimden güç alıyor. Bir koruyanı kollayanı mı, neye güvenir bu zor görevi icra ederken?
Oyunu nasıl oynadığımız, kültürümüzle çok alakalı… Bizde bütün saygı ilişkileri güç üzerinden kurulur. Hayatta da böyledir, herhangi bir yerde saygı görmeniz sahip olduğunuz mevki ve makamla ilgilidir. Bizim toplumumuzda hiç kimse yalnız insan olduğu için saygıyı hak etmez. Oyun, yani futbol da yalın haliyle saygıyı hak etmez, tabi ki oyunu oynayanlar da (hakem de oynayanlardan biridir)… Basit bir pozisyonda rakip kaleci topu elinden kaçırıp gol yerse güler dalga geçeriz, bizim kaleciyse küfür ederiz. Kimse o oyuncunun yaşadığı trajedi için kendini üzgün hissetmez. Bu yüzden futbol sahalarının adını “Arena” koyuyoruz, sahadakileri kurban ve köle olarak gördüğümüz için… Hakemler, futbolcular saygıyı hak etmez, onlar basit birer emekçidir; Aziz Yıldırım, Adnan Polat, Mehmet Ali Yılmaz, Ali Şen gibi güçlü kişiler ancak saygıyı hak eder. Hakem her türlü kararı üzerinde kendisine saldırının serbest olduğu bir zavallıdır. Sahada işini bilen papaz futbolcular tarafından, maç sonrası kutsal yöneticiler tarafından, maçın akşamında tribünlere oynayan futbol yorumcuları tarafından yerlere vurulurlar. Sesleri çıkmaz, maçı yönetir, bir suçlu gibi evlerine kapanırlar… Eskiden MHK Başkanları çok başları ağrıyınca çıkıp hakemleri korurdu, “yapmayın, onlar da insan…” derlerdi. Şimdi Yusuf Namoğlu,bir zavallılık örneği göstererek, MHK Başkanı sıfatıyla ilk taşı kendisi atıyor. Yani artık atış hepten serbest!
Futbol sevgisi sadece bu ülke sınırları içinde kalmayan futbolseverler, yurtdışında hakemlerin nasıl saygı gördüğünü bilirler. Verdikleri kararlar ne kadar haksız ve yanlış olursa olsun, İngiltere’de hakeme itiraz “ayıp” sayılır. Ada’da hakem aleyhine tezahürat yapıldığı ne görülmüştür, ne de duyulmuştur. Üstelik izleyenler bilirler, İngiltere’de, İspanya’da hatta Almanya’da en kritik maçlarda inanılmaz hakem hataları ile karşılaşırsınız. Kimse hakemlerin art niyetli olduğunu düşünmez, sonuçta hakem de insandır ve hata yapar. Aynı boş kaleye kaçıran futbolcu gibi, aynı topu elinden kaçıran kaleci gibi… Hakemin de bir anlık hatası kalitesi hakkında fikir vermez. Görev aldığı bütün maçları dört dörtlük yönetmiş tek bir hakem, hayatı boyunca hep doğru karar verebilmiş tek bir insan yoktur. Hakemleri eleştirirken bu insani kuralları da unutmamak gerekir. Ayrıca 3 Temmuz sabahından bu yana gördük ki, Türkiye futbolunun en temiz yüzü hakemlermiş…