Korku, şiddet ve bazı sakıncalı görüntüler içeren programları, özellikle de ruhsal açıdan çocukları gelişimsel yönde olumsuz etkileyen yayınları ve görüntüleri çocukların izlemesi sakıncalıdır. Ruhsal ve fiziksel açıdan gelişme döneminde olan çocuklar, kendilerini etkileyen bu tür görüntülerin etkisinde kalarak geleceklerinde de kendilerini rahatsız edecek hatıralar kazanırlar. Televizyonda da zaten böylesi programlar ve görüntüler için birtakım uyarıcı semboller kullanılmaktadır.
Ben yıllardır maç izliyorum ama bu kadar stres içinde ve daralarak seyrettiğim başka bir maç hatırlamıyorum. Gerçekten kalp sağlığı yerinde olmayan bir insanın bu maçı seyretmesi akıl kârı değil... Öyle bir maç düşünün ki, top sürekli sizin kalenizin çevresinde oynanıyor ve her vurduğunuz top direkt olarak size geri geliyor; neredeyse rakibin her atağı gol pozisyonu oluyor ve bu 90 dakika böyle devam ediyor. Sanki sizin takımınız bir 3. Amatör Lig takımı ve karşınızdaki takım da Barcelona… Holman mı, Dako mu, Messi mi, Xavi mi karıştırıyorum zaman zaman. Anlayamadığım bir şey de şu: Bizim takımda oynayan defans oyuncuları daha önce Süper Lig tecrübesi olan futbolcular değil de amatör liglerden alınan futbolcular mı? Bir takımın stoperleri, bekleri bu kadar mı acemi hatalar yapar, bu kadar mı kötü kademe anlayışına sahip olur? Benim bildiğim bu adamların hepsi Süper Ligde kalburüstü takımlarda oynamış futbolcular... Demek ki ya fizik olarak, ya mental olarak ya da taktik olarak hiç hazırlanmamışlar. Sanki hepsi ilk kez yan yana oynuyor gibi ve şaşkınlık içindeydiler. Bence Ziya hoca bu takıma bazı şeyleri eksik vermiş ya da verememiş. Ayrıca taktik anlamda da eksikleri vardı. Kişilik olarak beğendiğim bir insan olmasına rağmen, katı defans anlayışı ve oyuncu değişiklikleri son derece yanlıştı. Tonya’nın oyundan alınması bence intihar olmuştur. Oyunda gol atabilecek tek futbolcuyu almak hangi akla hizmet hâlâ anlamış değilim.
Takım kadrosu olarak ve maddi anlamda çok kötü olduğumuz doğru. Fakat bu asla futbolcuların ellerinden geleni yapmayacakları anlamına gelmez. Ben oynanan futboldan utandım. Kaldı ki bir futbol da oynamadık. Maç, bir langırt havasında, Özden ve karşı takım arasında oynandı. Bütün maçı oğlum ile birlikte çaresizlik ve hayal kırıklığı içinde seyrettim ve onun gözlerindeki acı beni de derinden yaraladı. Ankaragücü sevgimi ona da bulaştırdığım için içimden binlerce kez pişman oldum. Zavallı yavrucak, bütün arkadaşları mutlu gezerken neredeyse kendini bildiğinden beri maçlarda gülemedi. Biz hiçbir zaman başarı beklemedik ama ezilmek ve onursuzluğa da alışık değildik. Tribünlerdeki babaları ve evdeki anneleri de düşününce içim sızladı. Her hafta onlar da benim gibi çocuklarını teselli ediyorlardı, acılarını beli etmeden. Bu arada aklıma, olayları bilmeden konuşan ve hâlâ olayı “Melih Gökçek–Cemal Aydın” ikilisinden kim daha az suçlu kavgası haline getiren ve siyasal boyuta indirgeyen sözde Ankaragüçlüler geldi; takımın ne hale geldiğine bir kez daha üzüldüm. Tribünde, yenilgi sonrası üzülmeden evlerine gidebilenlerin en koyu Ankaragüçlüler olduğunu görünce zaten insan yıkılıyor. Ama en kötüsü, Ankaragücü’nde neler olduğunu bile bilmeden, araştırmadan ahkâm kesip etrafı suçlayanlar ya da sizi belli bir kategoriye sokmak isteyenler ki bunların açtığı yara zaten anlatılamaz. Ben yazılarımda hep kardeşlik ve beraberlik mesajları verdim; en önemli şeyin Ankaragücü sevgisi olduğunu yazdım; grupların hepsinin kapanmasını ve tek grup olmasına ama dört tribün ve onların başkanları olmasına değindim; Ankaragücü’nü kimin yönettiğinin değil nasıl yönettiğinin önemli olduğunu belirttim ve bu amaç ile kim gelirse onu severim dedim. Son üç yönetimi bu kötü gidiş nedeni ile suçlu bulduğumu da defalarca söyledim ama demek ki bazı insanlara bunları anlatamamışım. Yazdığım yazılara gelen eleştirileri okuyunca gördüm ki insanlar Ankaragücü değil başka şeyin peşindeler. Bir yazar olarak bana düşen görev sadece eleştirileri okuyup geçmek olmakla birlikte hiçbir Ankaragüçlü kardeşimi ayrı tutmadığımdan cevap yazdım ama iş provokasyona girdi ve ayrı mecralara daldı. O yüzden bundan sonra cevap yazmayacağım. Konu; benim, onun, şunun veya Melih Gökçek’in, Cemal Aydın’ın ve Cengiz Topel Yıldırım’ın kavgası değil. Olay şu: Ankaragücü bu hallere nasıl geldi? Suçu olanlar kim? Ne sözler verildi, ne peşkeşler çekildi? Verilen sözlerin hangileri yerine getirildi? Ankaragücü üzerinden kim ne menfaat elde etti? Kulüp batağa sokuldu mu? Yöneticilerden cebine para atan var mı? Kongrelerde neler oldu? İşte bunlar açıklanmalı, bu takımın şu anki katilleri bulunmalı ve her şey ortaya dökülmelidir. Sonrasında ise çözüm yolları aranıp takım düzlüğe çıkartılmalıdır. Ama bu süreç zahmetli bir yoldur. Kaldı ki takım bu sene muhtemelen düşeceği için sabırlı olmalı ve beklemeliyiz. Ama artık bu takımdaki fitne fesadı yok edip, kötü ellerden kurtarıp artık gerçek Ankaragüçlülere teslim etmeliyiz.
Yazı yazarken sinirden ellerim titriyor ve içimde depresyonla karışık melankoli var. Acımış bir tarafımı hissediyorum ve hiçbir İstanbul takımı tutmadan, yalnızca Ankaragücü sevgisiyle tribünde geçirdiğim 38 yıl aklıma geliyor. O zaman en büyük hayalim, evlenip bir oğlumun olması ve tribünde onunla birlikte, “Gururluyuz, Güçlüyüz, Ankaragüçlüyüz!” diye bağırabilmekti. Bilemedim ki birileri çıkacak, bu takımın onurunu, gururunu elinden alıp ayaklar altına serecek ve bunlar da takımın başkanları olacak! Oğlumla birlikte sevinç içinde “Gool!” diye bağıracağımız maçlar izlemek yerine hemen her maç boynu bükülmüş olarak stattan ayrılacağımızı da hiç ama hiç hesaba katmamıştım. Oğlum, Ankaragüçlü olduğundan hiç pişman olmadı ama alay edilmekten ve hep yalnız yürümekten çok yoruldu. Onu, Ümit Özat zamanından beri aşağılanmasın diye maçlara götürmedim; televizyondan izledik ve evde üzüldük kimse görmesin diye bizi. Ama bu son maç yok mu, birbirimize bakamadık üzüntüden ve utancımızdan. Sanki bana, “Baba benim suçum neydi de beni bu işlere soktun!” der gibi bakıyordu. Kaç maçtır evlatlarımız gözümüzün önünde moral bozukluğuyla eriyip gidiyor. Ben bu yüzden artık çocuklarınıza sağlıkları açısından Ankaragücü maçlarını izletmemenizi öneriyorum.
Volkan Karaman başkanın kulakları çınlasın, “Düşmanın varsa Ankaragüçlü yap, bırak kahrından ölsün!” derdi. Ne güzel söylemiş…