Kayserispor maçında ilk yarı iyi olmamıza rağmen ikinci yarı pek varlık gösteremedik. Bunda Güven’in takımda olmaması ve defansif orta saha eksikliği büyük rol oynadı. Ama bir o kadar da Ümit Özat’ın oyuncu değişikliklerindeki hataları ve kimin isteğiyle olduğunu bilmediğim Theo’nun satılması mağlubiyette ana etmenlerdi. Oynadığı her maçta rakip takımın orta sahasının oyun kurgusunu bozan, Fenerbahçe ve Galatasaray galibiyetlerinde baş mimar olan böyle genç bir yeteneği Bankasya Ligi takımına kiralık göndermek hangi akla hizmettir, anlamış değilim. Öte yandan Theo’nun yerine alınan Mehmet Çoğum da tam bir hayal kırıklığı olup adeta transfer diye yutturulmuştur. Son derece etkisiz ve ayağa top yapamayan bu futbolcu Bankasya Liginde bile oynayabilecek kapasitede değilken Ankaragücü’nün vazgeçilmez orta saha oyuncusu olmuş ve takımın ileri dönük oyununu aksatarak oyun düzenini bozmuştur. Mehmet Çoğum’un yanına Adem gibi hep geri dönerek oynamayı seven ve ağır bir orta saha adamı koyarsanız da zaten o maçı kazanmanız hayaldir ki Kayseri spor maçı da aynen böyle olmuştur. Kısacası Theo’nun kiralanması akıllara zarar bir olayken Mehmet Çoğum’un transfer edilip takımın orta sahasına direkt olarak monte edilmesi de bir o kadar çılgınlıktır. Maçın ikinci yarısında Serdar’ın da oyundan alınması Kayserispor mağlubiyetine zemin hazırlamıştır. Çünkü o ana kadar Serdar takımın en iyilerindendi. Her maçı ayrı bir kadro ile oynamak da istikrar adına son derece zararlı olmasına rağmen Ümit Özat bunda hala ısrar etmektedir. Takımda sağ bek ve sol bek varken yeni bir bek arayışına girmek sanırım fanteziden öte bir amaç taşımamaktadır. İdeal kadro ve iyi bir teknik yönetimle çok daha iyi sonuçlar alınabilirken, her maç macera arayışı nedeniyle takım bu hallere düşmüştür. Falcı veya büyücü olmaya gerek yok; bu takımın sağ beki Uğur, sol beki Klukowski veya Özgür Çek, forvetinin sağ tarafında Güven, göbeğinde Sapara ve Serdar, sol açığında da Gabriç olmalıdır.
Artık takım ve seyirci üzerinden Ümit Özat ile polemik yapmanın veya kendisini eleştirmenin bir faydası olmadığı da belli olduğundan, fevri hareketleri ve büyük taraftarımıza olan antipatisi hakkında konuşmak sadece beyinlerimizi yoran bir angarya olacaktır. Çünkü biz ona içimizdeki Ankaragücü sevgisini asla anlatamayız ve inandıramayız. Otuz beş yıldır her hafta sadece bir galibiyet alabilmek için beklediğimizi veya yenildiğimiz her maç haftası yedi gün suratımız asık gezdiğimizi ama yine de sevdamızdan vazgeçemediğimizi anlatsak, yine bedava bilet alıyorlardır diyeceğinden ben bu konu üstünde artık durmayacağım. Ama şunu kendisine sormak isterim: Kendisi seyircinin içinde takımı sabote eden rant grupları olduğunu söylüyor. Acaba şu anda bedava bilet alan gurup yok mudur? Eğer varsa bilet vermek de suç değil midir? Hep yıkıcı olmak yerine neden yapıcı olup uzlaşma tercihinde bulunmamıştır? Felsefe kitapları ile Nazım Hikmet şiirleri okuduğunu ve hoşgörü kültüründen geldiğini söyleyen bir insanın son derece yıkıcı ve hoşgörüsüz olması bir tezat oluşturmuyor mu? Kendisinin başarılı olduğunu söyleyen bir teknik direktöre şu soruları sormak isterim: Bu kadro ile 22 puan başarı mıdır? Ligin en kötü kadrolarından birine sahip olan Gençlerbirliği’ne şut çekemeden yenilmek, o Gençlerbirliği’nin üç kere yendiği Bucaspor’u ve 2. lig takımı Malatyaspor’un yedek kadrosunu yenemeden kupaya veda etmek başarı mıdır? Ara transfer döneminde alınan futbolcuların hangisi direkt olarak ilk 11’de yer alabilecek durumdadır? Kaba, ahlaksız ve saldırgan bulduğunuz yüz yıllık Ankaragücü taraftarı hangi maçta saha içinde teknik direktörüne saldırmıştır? Durum böyle iken sizin hiç suçunuz yok mudur? Her zaman bu takıma Gökçekler ile geldiğinizi ve onlar ile gideceğinizi söylüyorsunuz. Bu etik bir davranış mıdır? Siz Gökçekler’in takımına değil Ankaragücü’ne geldiniz. Başkanlar gelip geçicidir ama camialar kalıcıdır. Biz birçok başkan ve teknik direktör gördük ama hala tribündeyiz. Keşke böyle Gökçekler’in takımına değil de Ankaragücü gibi bir camiaya geldiğim için çok mutluyum diyebilseydiniz. Ankaragücü’nde sorun olduğunu ve kendinizin bazı yanlışları düzeltmeyi görev edindiğinizi olduğunuzu söylemişsiniz. Takımı bu kadar sahipleniyorsanız neden maçlara bir kez olsun Ankaragücü’ne ait bir sembol (atkı, bere vb.) ile çıkmazsınız? Neden tüm Türkiye’nin taraftar olarak imrendiği bu camiaya “bunlar” diye hitap edersiniz? Neden bin bir cefa çekerek deplasmanlara giden (ki her şeye rağmen Kayseri’ye bile 10 otobüs taraftar gitmiş) bu taraftarlara hak ettiği sevgi ve saygıyı göstermez ve takımı tribünlere gitmekten alıkoyarsınız? Sayın Özat sanırım siz Ankaragücü’nü ufak taşra takımları ile karıştırmış ve nasıl bir camiaya geldiğinizi hala anlayamamışsınız. Siz büyük kulüplere veya amaçsız takımlara alışık olduğunuzdan, karşılıksız sevginin ne demek olduğunu da hiç ama hiç anlamamışsınız.
Şu anda ciddi olarak takım küme düşme sorunu ile karşı karşıya bulunmakta ve yüz yıllık çınar yok olma aşamasındadır ki bunda sizin uzlaşmaz tutumunuzun da büyük katkısı vardır. Eğer içinizde biraz vicdan ve insana sevgi, saygı varsa Ankaragücü ile yatıp Ankaragücü ile kalkan, sevgiyi sadece Ankaragücü’nde bulan ve Ankaragücü için ağlayan, galip gelebileceği bir haftayı iple çekip tüm hafta onunla mutlu olmayı yıllardır bekleyen, parası, pulu bulunmayan ve Ankaragücü sevgisi dışında başka bir mutluluğu bile olmayan binlerce insan için doğru olanı yapın ve Ankara tarihine isminizi kötü bir isim olarak bırakmayın. Siyaset yapma isteğinizi doğru buluyor ve bir an önce bu uğraşa geçmenizi destekliyorum. Dürüst ve onurlu bir insan olduğunuzu söylemişsiniz. Bunu doğru kabul ederek bir özeleştiri yapmanızı ve mantıklı bir biçimde düşündüğünüzde doğru kararlar alacağınızı da tahmin ediyorum. Ben şahsen, Köln’de rahatsızlık geçirdiğinizde çok üzülmüştüm. Lütfen aklımızda ve vicdanımızda bu şekilde kalın ve kötü anıları daha da artırmayın.
Bazı şarkılar vardır, insan dinleyince kendini unutur; geçmişine dalar; hayatı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçer. Sevgiliye yazılan şarkılar vardır; ayrılığı, pişmanlığı akla getiren veya artık son anın geldiğini bildiren, dokunaklı ve acı anıları hatırlatan. Ben de bu aralar derdimden, tasamdan bu şarkıları dinliyorum. Ama bir şarkı var ki bu aralar beni çok derinden etkiliyor. Büyük üstat Münir Nurettin Selçuk’un “DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ” adlı eseri şu aralar ruh durumuma o kadar uygun ki! Umarım ve dilerim, vakit çok geç olmaz!