Ne kadar sahibi var değil mi bir futbol takımının ya da bazen ne kadar sahipsiz olabiliyor… Bazı takımlar bütün bir şehri, ülkeyi hatta bazıları bütün bir dünyayı ardında sürüklerken bazıları da virane, pejmürde bir hal alabiliyor. Örneğin Real Madrid; Madrid’i, İspanya’yı, Avrupa’yı hatta Uzakdoğu’yu bile fethedip dünyanın bir numaralı kulübü olabilirken, yine aynı başarıları gösteren Juventus ikinci lige iniveriyor. Ya da Barcelona oynadığı futbolla herkesin sempatisini kazanırken, Chelsea, Barcelona kadar futbol oynuyor ama futbolseverlere biraz kekremsi gelebiliyor.
Peki ne, hemen hemen aynı seviyede olan bu kulüplerin sempati oranını bu kadar farklı seviyelerde etkileyebiliyor? Bu sorunun cevabı futbolun içinde bulundurduğu dinamiklerle açıklanabilir. Kimi, Barcelona çok köklü bir kulüp o ayrı bir kültür diyor, kimi de ağırbaşlı bir yönetimleri var diyor. Kimi Chelsea için iyi bir takım diyor kimi de zamanın Mourinho’sunun kaprislerini Abramovich’in parayla işgal serüvenini nahoş buluyor. Yani bir takımı uzun vadede sempatik ya da antipatik yapan bana göre yönetim politikaları. Barcelona ilkeli hareket ediyor. Formasına reklâm dahi almıyor ve bu ilkesinden ancak sosyal bir sebeple vazgeçiyor.(UNİCEF’in logosunu taşıyarak vazgeçti bundan. Reklam demiyorum bilinçli olarak çünkü bu kelimeyi UNİCEF ile aynı cümlede anmak bile hoş değil.) Juventus, Milan gibi kulüplerde para için her şeyi yapıveriyor. Sonuç yine aynı bunlara sebep olan ve bu anlayışı kulübe bir yafta gibi yapıştırıp hep öyle anılmasını sağlayan kötü yönetim anlayışı başka bir şey değil. Yoksa hiçbir gerçek taraftar takımının parayla maç almasını istemez ama birçok yönetici bu yolu denemiştir.
Yönetici demeden önce yönetimin tanımına bakalım: “Bir amaç doğrultusunda kaynakların ihtiyaç alanlarına aktarılması ve gelişmenin devamının sağlanmasıdır.” Şimdi de yöneticinin görevlerinden bir kaçını sıralayalım: “ İlerici, objektif, çabuk karar verebilen, yapıcı eleştiri yapabilen, demokratlığı elden bırakmadan otoriter olabilen vs.” Bu listeyi uzatabiliriz ama şimdilik bize bu kadarı yeter. Bir de Türkiye’de ki kulüp yöneticilerine bakalım. Türkiye’de kulüpleri (hatta dünya da) genellikle zenginler yönetir; parası varsa koltuğa oturur. Parası olmayan zaten yönetime bile giremez. Böylelikle kurulan yönetimler asırlık çınarların tepesinde başlarlar at koşturmaya. Aziz Yıldırım asar keser, Özhan Canaydın fair play sergiler, Yıldırım Demirören “ umarım Galatasaray şampiyon olur” der, Nuri Albayrak, Lazaroni felaketini Trabzon’un başına getirir… Sadri Şener önüne gelen topçuyu almak ister, Samsun İsmail Uyanık’ı harcar, Gaziantep Celal Doğan’a rağbet etmez vs. Örnekler sadece büyük kulüp adı verilen ama büyük yönetim olamayanlara ait değil. Süper Lig ve Lig A’da da birçok takım böyle yönetiliyor. Yöneticiler taraftarlığın ne demek olduğunu bilmediği sürece de bu böyle gidecek. Biz ilkeli yönetimi dilimize pelesenk etmişiz o kadar. Bilimsel araştırmalardan, anketlerden, taraftarlığın ne olduğunu söyleyen sayfalarca yazıdan uzak duran yöneticiler var olduğu sürece bu bozuk anlayış hâkim olacaktır. Yönetici taraftarın içinde olacak karşısında değil. Kalbi taraftarla beraber atacak, onların ne istediğini bilecek, takımı şehrin simgesi haline getirerek takımın sevilmesini sağlayacak. Takımdan kaçan, taraftarla arasına polis barikatı kurduracak kadar zavallı bir yönetim bitmiş demektir. Taraftarı görmezden gelmek bir takıma yapılabilecek en büyük azaptır. Taraftarın haklı isyanına inanmak istemeyen yönetici, duygularından sıyrılıp mantığını devreye sokmalıdır. Mantık ve takımın geleceği için her şeyi yaparım her yöneticini ağzında sakız olmadan vakti geldiğinde koltuğu terk etme erdemi göstermeli ve mümkünse bütün yalvarmalara rağmen geri dönülmemelidir.
Yazının başında mümkün olduğu kadar genel ifadelerle yöneticilere seslenmek istedim ama burada yazdıklarım ve yazamadıklarım can sıkıntısını yeterince depreştirdi. Gözümüzün önünde bir çok takım, bir çok marka eriyor. Ama Anadolu Kulüpleri’nin çoğunda İstanbul takımlarını alenen tutan yöneticiler var. Ve hatta çoğu başka takımların kongre üyesi . Her başarısız sonuçta Teknik Direktörü şutlamak, birkaç futbolcuyu taca atmak çözüm değil. Hadi bazı futbolcular takımda nifak yaratıyordu dediniz; başarısız sonuçların ardı arkası kesilmez ise ne olacak peki? 3-5 kişiyi daha mı sallandıracağız? Her başarısızlıkta futbolcu göndermek, teknik adam göndermek çözüm değil. Bu kaybetmeyi kabullenmektir. Doğru olan problemi tespit etmek ve onu kaynağında çözmektir. Vizyon sahibi bir menajer bu problemleri tamamen çözecektir. Bir takımda arkadaşlık varsa o takımın sırtı kolay kolay yere gelmez. İşte size örnek: Hatırlarsınız 2006’ da A Milli Basketbol takımı, NBA patentli yıldızların yoksun bir kadro ile dünya 6. sı oldu. Hepimiz şahit olduk bir takımı takım yapanın ne olduğuna. Bunu anlamamak demek taraftar olmamak demektir. Taraftar olamayan yönetici ise gaz maskesi ile gül koklamaktan ne anlarsa futboldan da onu anlar vesselam.