Ağustos 2008,
Ankara…
Şehirler de konuşabilseydi eğer, anlatabilseydi.
Bir zamanlar bir ulusun dirilişinin simgesi iken, bir zamanlar Atatürk’ün Başkent’i iken, zamanla unutulduğundan, İstanbul kökenli siyasilerin elinde üvey evladı muamelesi gördüğünden şikâyet ederdi şüphesiz. Konuşabilseydi eğer, bir zamanlar ülkenin göz bebeği iken, şimdilerde kaderine terk edilmişlikten, yalnızlıktan, ilgisizlikten dem vururdu. Gözlerden uzak bir yerlerde, kendi haline terk edilmiş akıbetini bekleyen yaşlı bir huzur evi sakini gibi geçmişine ağıt yakardı. Sararmış solmuş eski bir siyah beyaz fotoğrafa dair olurdu cümleleri.
Şimdilerde yerlerinde yeller esen, kaybettiği değerlerini arardı nafile bir çabayla. Malum artık ne Kuğulu Park, ne Akün sineması, ne Çağdaş Sahne. Yakında, Merkez Bankasının bile yeller esecek yerinde. Sonra muhtemel başka bir kıymetlisi gidecek. Ve bu gidişle, bir zaman sonra kaybedecek hiç şeyi kalmayacak. Her köşe başında mantar misali biten, birbirinin aynı ruhsuz alış veriş merkezleri, yitirdiğimiz o şehir ruhunun yerini alamayacak.
Şehirler de konuşabilseydi eğer, anlatabilseydi.
Ankara, talihsiz Başkent’im…
Tüm değerleri, hoyrat ellerde birer ikişer çalınmış, yağmalanmış, bir zamanlar genç ve güzelken, zaman içinde yıpranmış, yorgun düşmüş yaşlı bir kadın misali eski günlerini özleyen, gençliğine ağıt yakan bitap şehrim. Giderek sakil bir Arap şehrini andıran, yapay fıskiyeleri, alt ve üst geçitleri, steril beton yığınlarıyla yalnız, çorak görüntüsüyle eskiyi bilenlerin yüreklerini acıtan sevdamızın şehri...
Ankara, aklımda hep eski siyah beyaz bir fotoğraf...
***
Yeni futbol sezonunun başlamasına az zaman kala. Geleneksel Spor Yazarları Turnuvasında. Yaşlı 19 Mayıs stadını yenileme çalışmaları nedeniyle, maçlar pek gıcır Asaş stadında. Ama gıcır da olsa, Ankara’dan, vefakâr 19 Mayıs stadından çok uzaklarda.
Her sene biraz daha azalıyor tribün çocukları, her sezon biraz daha küskün Ankara taraftarı, her sezon biraz daha hedefsiz Ankara takımları. Biri 1910 da, diğeri 1923 de kurulmuş iki köklü Ankara takımın maçında tribünler boş, yeni sezona dair umutsuzluklar ağızlarda. Dört takımla da temsil edilse, aslında her sene biraz daha eksiliyor Ankara futbolu. Hedefsizlik ve inançsızlıkla lanetlenmişlik, iyi yönetilmemek kader oluyor.
Ankara futbolu, şehri gibi geçmişine ağıt yakıyor…
***
Bir sonraki maçta, yaşı 40’ın altında olanların hiç tanımadığı, mor-beyazlı takım sahaya çıkarken, eskiyi düşünüyorum. Evlerimizde Digitürk’ün, naklen yayın pazarlarının, dev ekran plazma televizyonların, saatlerce süren hep İstanbul odaklı futbol programlarının, amigo futbol yorumcularının, mazisi pek kısa hormonlu belediye takımlarının olmadığı siyah beyaz yıllarda onlar hayatımızda vardı. 1959 yılında kurulmuş ligimizin başına, ‘Süper’ yakıştırması yapıştırılmadan çok önce. 60’lı yılların başlarında, yeşil sahalarımızda mücadele etmişler, hiç şampiyon olmamış olsalar da eskiyi bilenlerin hafızalarına kazınmışlardı. Şimdinin nesli hiç tanımasa da onları, mor beyaz bir zaman hayatımızda vardı. Daracık sokakları, eski esnafı, şarapçıları, dumancıları, kalaycıları, halkacıları, kabadayıları ile namlı bir Ankara semti idi Hacettepe.
Mahallelerine ölesiye bağlı Ankaralıların takımıydı. 1961–1962 sezonunun bitiminde, olaylı bir final sonrası birinci lige çıkmışlardı. 1968 senesine kadar oynadığı Birinci ligden düştüğünde, geride bir mahallenin enkazı üzerine yükselmiş, adını mahalleden alan bir hastane bıraktı. Yalnız mahallesini değil, mor beyazını da yitirdi Hacettepeliler. Tanıl Bora ve Levent Cantek’in çalışması, (‘Ankara Futbolu: Memleket Futbolunun Kenar Semti) Hacettepe’nin yok oluşunu şu cümlelerle anlatır,
Bu kendine mahsus camia, bu Hacettepe takımı, mahallesiyle birlikte battı. İhsan Doğramacı’nın hastane projesi, başkentin huzurunu kaçıran Hacettepe’yi tedip hatta tenkil harekâtına dönüştü. Tüm mahalle istimlâk edilip meskûnlar ‘dağıtıldı’. Hacettepeliler doğup büyümedikleri, asla mahalleleri gibi sevemeyecekleri yerlere saçıldılar.
Şehirlerde konuşabilseydi eğer, en renkli mahallesinin unutulmuş, hazin hikâyesini anlatırdı.
***
Hacettepe takımı sahaya çıkarken, hani bu apansız dönüşe, reenkarnasyon’a sevinmiş olsam bile, hüzün kaplıyor içimi. Zaman içinde yitirdiklerimiz geliyor aklıma. Her şeyi aslına döndürmek mümkün olsaydı keşke, ama olmuyor işte. Mahallesini, sevenlerini, en önemlisi ruhunu kaybetmiş bir takımdan sadece renkler kalınca geriye. Bu yaşamda hiçbir şey aslı gibi olmuyor, tabiatın kanunu işte. ‘Hacettepe döndü’ diye sevinenler, o kadar genç ki yaşları ve o kadar uzak ki eskiye.
Velhasıl, ne kadar sevinmiş olsam bile bu apansız dönüşe, Hacettepe, kaybettiğimiz bir değerin ardından nicedir yaralı ruhumuza yapılan pansuman gibi, "hoş bir temenni" sadece...
Bundan çok zaman önce cıvıl cıvıl mahallesini kaybeden sevdamızın şehrinde, eskinin renkleri solup kaybolurken birer ikişer, mor beyaz zamanla yitirdiğimiz değerleri anımsatıyor sadece…