Süper Lig’in üçüncü haftasını doldururken, takımların durumları da yavaş yavaş belli olmaya başladı. Yeni sezona taraftarların bir kısmı mutlu, bizim gibi Gençlerbirliği’ni tutan bir kısmı ise endişeli başladı. Daha Eylül Ayı’nı görmeden Türkiye’yi Avrupa’da temsil eden takım sayısı 5’den 2’ye düştü bile… Geçen senenin şampiyonu Bursaspor ile Şenol Güneş’in elinin değdiği Trabzonspor (her ne kadar güçlü Liverpool’a kupa da elense de) bu yıla bomba gibi girdiler. Taraflı tarafsız izlemesi keyif veren takımlar olarak kafalara kazındılar…
Ankara’da ise Gençlerbirliği taraftarı, yani biz, yıllardır her sezon başında sahneye konulan filmi tekrar izliyoruz. Bu sezona da büyük umutlarla girmiştik, aynı Ersun Yanal döneminden sonra geçen yedi sezona girdiğimiz gibi… Çok değil, ilk iki maçın sonunda takımın geride kalan yedi yılda yarattığı hayal kırıklıklarını tekrarlamaktan öte bir şey yapamayacağı anlaşıldı. Bucaspor maçındaki görüntü ise “ilk beş” hedefini “kümede kalma” ile takas etmemize neden oldu. Takım sahiden çok kötü… Geride kalan üç haftada Gençlerbirliği’nden daha az gol girişimi yapmış başka bir takım yok Süper Lig’de… İşin bu tarafından bakıldığında da, bu yeni hedefimize bile ulaşmamız zor olabilir...
Biz taraftarlar ilginç insanlarız. Kimseden bir umut ışığı görmeden, kendi kendimize umutlanıp ardından da hayal kırıklığı yaşamayı çok iyi beceriyoruz. Her sene yaşadığımız heyecan, bu heyecanın yüzde birini bile yaşamayan, içinde bulunduğu camiayı gerçekten sevmeyen ve değerli bulmayan yönetim-futbolcu-teknik heyet üçlüsü tarafından yıkılıyor. Hüsranla biten her sezon bize akılda tutulması gereken bir ders vereceğine, bir sonraki sezon her şeyin daha iyi olacağına dair ümit veriyor sanki… Bir sonraki sezon her şeyin doğru gideceği ümidi ile futbola, canımız takımımıza tekrar sarılıyoruz. Aslında çok şey istemiyoruz, şampiyonlukları ve kupaları hayallerimizden çıkaralı çok oldu. Birazcık güzel futbol oynayan, heyecanlı ve istekli bir takım bekliyoruz. Her maçta “böyle oynayın canımızı verelim” diye bağırtsınlar bizi, yeter! Koşan, isteyen bir takım istiyoruz. Tribünde niteliği üzerinden değerlendirilmeyip, her defasında niceliğinin azlığına gider yapılan taraftara olmasa bile, oynadığı oyuna saygı duyan futbolcular görmek istiyoruz. Bize uzak bir hayal ama bulunduğu camiayı iyi yerlere getirmek isteyen aklı başında yöneticilerin varlığını hissetmek istiyoruz. Tüm istediğimiz bunlarken, bu sene 3. Haftaya gelindiğinde görülüyor ki, elimizdekiler bizi yine yalnızca başarısızlığa ve umutsuzluğa götürecek. Takımın içine işlemiş başarısızlık inancı, bulaşıcı hastalık gibi; kim gelirse hemen onu da etkisi altına alıyor. Heyecanla gelen Teknik Direktör ertesi sene komadan çıkmış gibi dolanıyor ortada… İstikbal vadeden futbolcu, üç ayda yolunu kaybediyor. Sonra yine aynı görüntü ile karşılaşıyoruz. Sahada mücadele etmeyen bir futbolcu topluluğu, kenarda artık inanılırlığı taraftarlar arasında iyiden iyiye sorgulanan, huzursuz bir teknik adam… Aslında biz hepsinin nedenini biliyoruz, her sene tekrarlanan garipliklerin merkezi olmuş olan, özellikle son on sene de kulübü maddi manevi büyük prestij kaybına uğratmış olan yönetim… Sık sık teknik direktör ve kadro değiştiriyorlar, bakalım kafaları ne zaman değiştirecekler…