Bir teknik direktör düşünün...
Mesela 50’li yaşlara merdiven dayamış olsun. Mesela teknik direktörlük kariyerinde şampiyonluklar yaşamış olsun. “La Liga”da şampiyonluk kupasını iki kez kaldırmış, bir kez de UEFA Kupasını kazanmış olsun.
Sonra Premier lig takımlarından birinde göreve başlamış olsun. Mesela 2004 senesinin Temmuz ayında... Her ne kadar müzesi kupalarla dolu olsa da Premier Ligşampiyonluğunu hiç kazanamamış olsun bu takım. En son şampiyon olduğu sene doğan çocuklar, günümüzde üniversite hayatına atılmış olsun.
O göreve geldiğinde beklentiler büyük olsun kulüpte, heyecan kaplasın o futbol mabedinin tribünlerini. Futbol belleklerimizde yer etmiş o güzel tezahüratı şimdi daha bir heyecanlı haykırsın taraftarlar. “Şimdi her şey güzel olacak” okunsun yüzlerde, inanmışlık olsun. Yeni teknik direktör, yeni heyecan getirsin takıma.
Kulüpteki ilk günlerinde, takımın kaptanını önüne dökülen serveti elinin tersiyle itmesi için, takımda kalması için ikna etsin. Avrupa futbolunun o dev takımına gitmesin kaptan; inansın hocasına, güvensin. Avrupa’nın büyük kulüpleri onu transfer etmek istese de, o kalsın çocukluk yıllarından beri formasını giydiği takımında. O kalışta yeni hocasının etkisi olsun.
İlk sezonunda takım Premier Ligi beşinci sırada bitirse de, nicedir yapamadıklarınıbaşarsın. Mesela, 13 senede başaramadığını gerçekleştirerek bir deplasman maçında geriden gelerek maçı kazansın. O sezon bir rüya gerçek olsun. Şampiyonlar Ligini kazanıp, kupayı tarihinde beşinci kez müzesine götürerek taraftarlarını sevince boğsun. Kupayı kaldıran takımın kaptanını, “Şampiyonlar Liginde kupa kaldırmış en genç kaptan” olarak yazsın futbol tarihini anlatan kitaplar. “Sezon başında takımda
kalmam için, beni ikna ettiği için hocama teşekkür ederim” cümlesi özetlesin kaptanın hocasına duyduğu saygıyı.
Bir sonraki sezonun ilk dört maçında kalesinde gol görmeyerek, sezon boyunca 10 lig maçını üst üste kazanarak kulüp tarihinin rekorunu kırsın. “Federasyon Kupası”nda ezeli rakibini 85 senede ilk kez yenerek saf dışı bıraksın. Sezon boyunca kendi
evinde oynadığı maçlarda, kalesinde sadece sekiz gol görsün. O sezon takım şampiyon olamasa da, ülkenin önemli kupalarından “Federasyon Kupası”nı kazansın.
O teknik direktör, ilk iki sezonunda üst üste iki kupa kazanarak kulüp tarihinde yeni bir sayfa açsın...
***
Bir sonraki sezon yine Şampiyonlar Ligi finalinde oynasın takım, ancak bu kez kaybetsin. O sezon Şampiyonlar liginde bir devi, Nou Camp’da deviren ikinci İngiliz takımı olarak futbol tarihine geçsin. Sezon boyunca kendi evinde oynadığı 30 maçta
yenilmesin. O maçlarda kalesinde sadece yedi gol görerek son 28 senenin en başarılı iç saha performansını sergilesin. O sezon takım ligi üçüncü sırada bitirerek gelecek sezon Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazansın. Sonraki sezonda, kulübü yakın geçmişte ele geçiren Amerikalı işadamları transfer bütçesini kıstığı için istediği transferleri yapamasın. Üstelik takımın yıldızları birer ikişer kayıp gitsin ellerinden. Buna rağmen takıma kattığı “Fırtına” lakaplı yeni golcü ilk sezonunda 24 gol atarak göz kamaştırsın. Takım, bir Şampiyonlar Ligi maçında rakibine sekiz gol atarak rekor kitaplarına geçsin. Teknik direktörün başında bulunduğu takım, onun döneminde oynadığı 150 maçtan 81’ini kazanmış olsun.
Takım kalecisi sezon sonunda “altın eldiven” unvanını kazanırken, 119 gol atmış takım ülke futbol tarihinin gol rekorunu kırsın. O sezon ligi 4. bitirerek bir kez daha Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazansın.
Bir sonraki sezonda (2008–2009) Premier Ligdeki en iyi derecesini elde etsin; 81 puan toplayarak ligi ikinci bitirsin; kıl payı kaçsın şampiyonluk. Fırtına gibi essin,
kükresin o takım, sezonun maçında ezeli rakibini üstelik geriden gelerek devirsin. Şampiyonluğun en büyük adaylarından birini sahasında yensin. Şampiyonlar Liginde “Bernabeu”da kazanan ikinci İngiliz takımı olarak tarihe geçsin. Takıma kazandırdığı golcü, oynadığı 50 maçta 33 gol atarak kulüp tarihinde yeni bir sayfa açsın. Onun rekorunu, o takımda son 52 senede hiç bir futbolcu kırmamış olsun.
Ve son sezon...
2009–2010 sezonunda kötü günler yaşasın. İstediği transferleri takımda göremeyen teknik direktörün sıkıntılı görüntüsü yansısın ekranlara, takımı ligi 7. sırada bitirsin.
Spor basını süreki çullansın üzerine, haliyle sezon sonunda görevine son verilsin.
O takımdan ayrılsın, ama onu kapmak isteyen Avrupa kulüpleri sıraya girsin...
***
Yukarda yazılanlar hayal ürünü değildir...
Göreve geldiği günden beri kulübün içinde bulunduğu maddi sıkıntılar yüzünden istediği transferleri yapamayan, rakiplerine göre kadro kalitesi daha düşük olmasına rağmen son sezonu hariç, her sezon ilk dörde girmeyi başarmış bir teknik direktörün
yazık hikayesini anlatır.
O teknik direktörün adı geçtiğimiz günlerde Liverpool’daki görevinden kovulan Rafa Benitez’dir. Onun döneminde Liverpool oynadığı 212 lig maçının yüzde 56.13 ‘ünü kazanmıştır...
İkinci Dünya savaşı sonrasında Liverpool takımında görev almış teknik direktörler içinde en çok galibiyet görmüş ikinci teknik direktördür.
Benitez, çok sevdiği Liverpool’dan kovulmuştur. Kaderin cilvesi olsa gerek, 15 Haziran 2010 tarihinde, Inter Milan kulübü Benitez’i yeni direktörleri olarak açıklamış,maddi sıkıntılarla boğuşan Liverpool ise hala yeni teknik direktörünü beklemektedir.
Şimdi sorun kendinize;
Sizin böyle bir teknik direktörünüz olsa kovar mıydınız?
Yoksa kulübü borç batağına sürükleyen, takıma yatırım yapmayan, teknik direktörün istediği transferleri gerçekleştirmeyen, futbolu kendi çıkarlarına alet eden zengin Amerikalı işadamlarına soracaklarınız olur muydu?
Şimdi sorun kendinize...