Tam 53 sene büyük çoğunluğunda İstanbul takımlarının şampiyon olduğu ve çok az sayıda da Trabzonspor’un şampiyonluğu bulunan bir tatsız lig seyretti Türkiyeli futbolseverler. Her ne kadar bu üç büyükler denilen takımların taraftarları için keyifli olsa da geri kalan Anadolu takımlarının taraftarları haksız rekabet içinde takımlarının ilk 4’e girmesini bile başarı sayarak yıllardır küçük başarılar ile sevindiler. Tüm Türkiye o kadar alışmış ki bu düzene, hiç kimse Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray dışında (hatta Trabzonspor’un bile) bir şampiyonun çıkmasına % 1 bile ihtimal vermiyordu. Öte yandan ne medyanın ne Futbol Federasyonunun ne Merkez Hakem Komitesinin ne de sözde varsayılan futbol mafyasının bu düzenin tekerleğine çomak sokturmayacağına dair tam bir inanç mevcuttu.
Göztepe, Eskişehir, Gençlerbirliği, Kocaelispor, Ankaragücü ve son olarak Sivasspor yukarıları zorlamış ama işte o son 5-6 hafta ipin ucunu hep kaçırmışlardı. Hepimiz o haftalarda “Yok canım …… sporu şampiyon yapmazlar; yayıncı kuruluş gelirlerini Anadolu takımına yedirmezler; bu maç hakemler bir şey uydurur önünü keser” diye düşündük ve gerçekten de her defasında öyle ya da böyle son haftalarda şampiyonluk İstanbul’a gitti.
Bir olay yıllarca arka arkaya aynı sonla biterse insanlar ümitsizliğe kapılırlar. Bu sonucu asla değiştiremeyeceklerine inanırlar. Bu yüzden de en fazla lig dördüncülüğünü hedef alarak oynar Anadolu takımları. Ligdeki 18 takımın 14’ü için hedef yoktur. Bu yüzden Anadolu için hep sönük, tatsız ve iddiası sadece kümede kalabilmek olan 53 sene geçip gitmiştir. Beklentilerin gerçekleşmemesi umutsuzluğa, umutsuzluk ise başarısızlığa ve hedef küçültmeye götürmüştür tüm takımlarımızı ve taraftarlarımızı. Sonuçta gelir dağılımlarında zaten bozuk olan denge Şampiyonlar Ligi gelirleri ile daha fazla aleyhine bozuldu Anadolu takımları için. Bu yüzden de hiçbir zaman üç büyüklerle başa baş oynayabilecek çok iyi bir kadro kuramadılar. Ancak Trabzonspor’da olduğu gibi şehir duygusunun önde olduğu, hırslı, inançlı ve takım olarak iyi bir ekip oluşturabilen bir takım tekrar doğabilirse o şampiyonluk başka bir takıma daha gidebilirdi.
Ben, Türk futbolunun bu kısır döngüsünü Avrupa’daki karanlık döneme çok benzetirim. Zenginlerin daha zengin olduğu, feodal sistemin diğerlerini ezdiği, insanların açlıktan ölüp yaşam mücadelesi için uğraş verdiği sırada diğer yanda şenliklerin eğlencelerin yapıldığı, zenginin fakiri hiç düşünmediği, kilisenin yetkilerini aşıp dünya işleri ve siyasetle uğraştığı, farklı düşünceleri olan ve fikir üretenlerin cadı diye yakıldığı ve insanların inançlarının tamamen bittiği bir dönem, bilimi ile yaşayış tarzı ile tamamen karanlık bir kötü geçmiş olarak hatıralarımızdadır. İşte bu dönemde Luther, Calvin gibi düşünürler, Leonardo, Michalengelo gibi sanatçılar devrimci düşünceleri ve yapıtları ile bir takım şeylerin değişebileceğine ait düşüncelerin ilk temellerini attılar. Kilisenin ketum tutumuna karşı Protestan akım gelişti. Birçok yenilik sonrası aydınlamayı (Rönesans) ıslahat (reform) takip etti ve bugünkü modern Avrupa’nın temelleri atıldı.
Bursaspor da Türk futbolunun kara dönemi için Rönesans ve Reform hareketinin bence temel taşı olmuştur. Protestanların kiliseye karşı durması gibi Anadolu’nun İstanbul takımlarına karşı gelmesidir. Bursaspor şampiyonluğu futbolumuz için çok ama çok önemlidir. Yeni bir inancın başlangıcıdır. Bundan sonra başka Anadolu takımlarının da şampiyon olabileceği inancını arttıran bir olaydır. Bu kadar zengin bütçesi olan takımların yanında 18 milyon liralık bütçe ile olunan şampiyonluk her şeyin para ile olmayacağının da bir göstergesidir. Türk halkı artık hakemlerin, medyanın veya karanlık güçlerin başka takımların şampiyonluk yarışında önünün kesileceğine olan inançsızlığını da kaybetmiş ve geleceğe daha umutlu bakmaktadır.
Kısacası Bursaspor şampiyonluğu Türk futbolu için Rönesans ve Reform devrini başlatmış; diğer takımların da geleceğe umutla bakmasına ön ayak olacak bir devrimdir. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Kardeş Bursaspor’a Şampiyonlar Liginde başarılar dilerken darısı Ankaragücü’nün başına diyorum.