Uzaklardan…
Avrupa Şampiyonasından eve dönüşün hemen ertesinde. İngilizler’in efsane golcüsü Lineker’ın tanımında ki gibi, ‘Futbol, 22 oyuncunun 90 dakika mücadele ettiği ve sonunda Almanlar’ın kazandığı oyun…’ işte. Her ne kadar kabullenmek istemeksek de. Ama bugün konumuz farklı, bilirim tatsız ama yine de yazmak gerek. Hele de günlük yaşamımıza bu kadar sızmışsa. Konumuz keneler, küresel ısınmaya bağlı olarak, yakın geçmişte ülkem topraklarında yerleşkeliğini artırmış, Kırım Kongo kanamalı hastalığının taşıyıcısı sevimsiz yaratıklar. Daha çok kırsal alanlarda yaşayan, küçük oval şeklinde, 6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan, hayvanların, insanların kanlarını emerek beslenenen asalaklar. Kanla beslendikleri için hastalıkları insanlara bulaştırırlar. Yaz aylarına girmemizle birlikte, neredeyse hemen her gün gazetelerde, televizyon kanallarında yürek yakan kene haberlerinin arttığı sıcak günlerde.
Nereden aklımıza geldiyse lafı açıldı bu kene meselesinin. Bu konuda, benden çok daha bilgili doktor arkadaşıma;
“Bu keneler hep kırsal da mı yaşarlar, şehirlerde yaşamazlar mı ?
diye sordum, belki de biraz saf bir anımda…
Öyle baktı yüzüme, biraz muzip, biraz bilge. Sonra ağır ama kendinden emin bir ifadeyle;
“Yaşarlar elbet…” dedi,
“Belki, 6 veya 8 bacaklı ucube bir yaratık olarak değil, belki o minicik canlı gibi alenen kan emerek değil, ama senin benim gibi insan kılığında…”
Sonra devam etti;
Kenenin en büyük özelliği asalak olmasıdır, kanla beslenir, ve bir kez yuvalandılar mı asla gitmezler. Kovsan gitmezler. Öyle ki, onları yuvalarından çıkarmak için öldürmek gerekir. Ve hatta, öldüklerinde bile, kafaları içerde kalırsa zehirlerini yaymaya devam ederler…
Kene, tabiatın yarattığı en sevimsiz asalaktır. Ve ne yazık ki, bizim coğrafya da her şekilde olana rastlamak mümkündür. Kimileri küçük, kimileri büyük. Kimileri insan kılığında. Ve hatta bazıları kravat, gömlek takarlar, pahallı arabalara binerler, senin benim gibi düzgün cümleler kurarlar, bolca vatan millet edebiyatı yaparlar. Her fırsatta, çöreklendikleri ortamlara nasıl delice sevdalı olduklarından dem vururlar. Sevdalarını anlatırken gözleri dolar, sanırsın ki öz evlatlarları. Genelde en şatafatlı mekanlarda, kalburüstü davetlerde, televizyon kanallarında, basın toplantılarında, uçaklarda, VIP salonlarında boy gösterirler.
Siyasetten spora yaşamın her alanında…
Velhasıl, içimizdeki keneler kan emmezler ama bulundukları ortamın iliğini kemiğini…
Ve tıpkı minyatür versiyonları gibi, bir kere geldiler mi asla ve asla gitmezler…
Kovsan gitmezler…
Bazen gidecek gibi olurlar, ‘tamam bu sefer gitti galiba’ dersin, ama zamanla anlarsın her gidiş aslında kocaman bir yalandır. Onlar bir kere gelmeye görsün, bir daha asla kendi rızalarıyla gitmezler.
Ve işin garip tarafı, o kadar alışmıştır ki Türk insanı onların varlığına, kimseler onları oturdukları rahat koltuklarından sökme adına çaba sarfetmez.
“Bu kene gitse yerine başka kene gelecek, hem de daha büyük açlıkla, nasılsa bunların hepsi ayni, bu belki biraz doymuştur, o yüzden ne gerek var uğraşmaya…”
zihniyeti nicedir bizim topraklarda kesintisiz hüküm sürer…
Velhasıl, iyi eğitim almış, iyi giyinen, yazın ayrı, kışın ayrı villalarda vur patlasın yaşayıp, pahallı arabalara binen, lüks yaşamı seven, kendileri gibi olanlarla pek sıkı fıkı nice insan kılığında ‘keneler’ yaşar gider aramızda…
Ve kimbilir, belki de ‘küçük kenelerin’ bunca zaman sonra ülkemize musallat olması, büyük kenelerin dokunulmazlığından cesaret almalarındandır…
***
Arkadaşım konuşurken, Nuri Bilge Ceylan’ın tanımıyla ‘güzel ama yalnız’ ülkem topraklarında haylidir kovuşlanmış, insan kılığında aramızda yaşayan nice büyük ‘keneler’i düşündüm.
Siyasetten, spora yaşamın her alanında.
Ve elbette adına futbol denilen güzelim oyunda…
Futbolumuzda ki keneleri düşündüm, bir türlü ayıklayamadığımız…
Nicedir Türk futbolunun iliğini kemiğini kemiren…
Denetimsiz ve kadersiz coğrafyamda, güzel insanların cümlelerinin nicedir bittiği ‘keneler’ diyarında. Oysa bize öğretmişlerdi, başarısızlığın da bir bedeli olması gerektiğini, ama yalanmış. Keneler sarınca dört bir yanımızı, büyüklü küçüklü, avam iktidar, kötülük ve arsızlık baş tacı olurmuş.
Yüreğimizin sesi bitermiş bunca pespayelik karşısında…
Keneleri düşündüm, yandaşlarının doldurduğu kongre salonlarında oldu bittiye getirilen göstermelik kongrelerde tekrar tekrar başa gelenleri, pişkinlerinden asla taviz vermeyenleri. Kanla değil, ama haspel kader oturdukları koltuğun yabana atılmayacak getirisi ile beslenenleri düşündüm…
Kovsan gitmeyenleri…
Keneler, bir kere çöreklendiler mi ortama…
Keneler, nicedir kulüp binalarında, stadyumlarda, futbol sahalarında, basın toplantılarında, gazetelerin spor sayfalarında, televizyon ekranlarında, kongre salonlarında, şike pazarlıklarında, rahat koltuklarında…
Keneler, kimbilir kaç zamandır aramızda…
Kenelerden uzak bir yaz geçirmeniz dileğiyle…