Klasspor - Efe Savaş - Futbolun Dönüşü ! yazısı

Site İçi Arama


FUTBOLUN DÖNÜŞÜ !

1779 Okunma

Fırtına gibi başlayan Euro 2008’in nasıl sonuçlanacağını şimdiden söyleyebilmek zor belki.. Fakat henüz ilk turu geride kalmış olmasına rağmen daha şimdiden Euro 2008’in, tıpkı Euro 2004 gibi futbolun dönüşüm hikayesinin köşe taşlarından birisi olacağını ve “güzel futbol severler” tarafından en sevdiği oyuncağını elinden alan kötü kalpli canavar olarak anımsanan Euro 2004’ün tam aksine hayırla yad edileceğini söylemek mümkün. Futbol kamuoyunu takip edenler, eğer hafızalarını biraz zorlayıp bundan iki hafta öncesini hatırlarlarsa ne demek istediğimi rahatlıkla anlayacaklar. Euro 2008 henüz ilk turu geride kalmışken futbol tartışmalarının eksenini değiştiren, yılların yorumcularını ışık hızıyla çark ettiren beklide yegane turnuva olarak futbol tarihine geçti bile. Hem Türkiye hem de dünya daki futbol analizleri iki hafta öncesine kadar Euro 2004’de “defansçıların” mutlak zaferiyle baş veren, 2006 dünya kupasının “defansçılığın” ebedi temsilcisi İtalya’nın şampiyonluğu ile bitmesiyle kemale eren “iyi bozan kazanır” ekolünün boyunduruğu altında yapılıyordu. Favori adayları, tandemlerinin sağlamlığına, ön liberolarının cevvalliğine, iyi alan daraltma becerilerine kısacası futbolu katlederek ekran başındaki seyirciyi ruh hastası edebilme derecelerine göre sıralanıyordu. Her kim güzel futboldan, ön libero denen yeni yetme kavramın uydurmalığından söz açmaya cesaret edecek olursa, “defansif” futbolun asık suratlı rasyonel temsilcileri tarafından anında yeldeğirmenlerine savaş açmış bir Don Kisot muamelesi görmek kaderiyle baş başa kalıyordu. “Defansçıların” ve “ön libero sevenlerin” elleri de güçlüydü doğrusu; ne de olsa dünya şampiyonluğunu Aimar-Messi-Tevez sahibi Arjantin veya Ronaldinho’lu, Kaka’lı Brezilya değil, Cannavaro-Nesta- Gattusu-Buffon kare asına sahip İtalya kazanmıştı. Bu yetmezmiş gibi tüm kifayetsizliklerine rağmen, alan daraltmayı ve oyunu bozmayı beceren Yunanlılar Avrupa şampiyonu olmuştu. İşte Euro 2008, biz “güzel futbol severleri” başka hobiler aramaya kadar iten bu kurak ortamı daha ilk turu ile dönüştürerek tarih sayfalarına, hadi bilemedin “güze futbol severlerin” kişisel hafızalarına altın harflerle yazılmayı hak etti. İlk tur sonunda görüldü ki son iki turnuvanın muzafferi mağrur “defansçılar”, bu güzel oyuna hala hayalci bir romantizmle sarılan tutkulu “ofansçılara” bu kez yenilecek. Oyunu çirkinleştirme ekolünün sadık temsilcilerinden Yunanistan’ın puan dahi alamadan elenmesi, Almanya’nın ve İtalya’nın renksiz ikinciliklerle yetinmesi, Fransa’nın daha ilk turda Domenech zede olması, Portekiz, Hırvatistan, İspanya, Rusya ve Türkiye gibi pozitif futbol oynamaya çalışan takımların turu geçmeleri “futbolun dönüşünün” habercileri idi. Fakat bunların hiçbiri “güzel futbol severler” in ebedi baş tacı “Portakallar” ın görkemli bir “total” futbol resitali ile, defansif kardeşler İtalya ve Fransa’ya toplam YEDİ ! gol atıvermesinin sembolik önemini taşımıyordu elbette. Hücum yetenekleri bakımından benim diyen takımı kıskandıracak bir kadroya sahip olan Hollanda, Fransa gibi bir takım karşısında galipken sırf takımın pas organizasyonunu bozuyor diye ön liberosu Engelaar’ı çıkarıp yerine kontratakların biçilmiş kaftanı Robben’i koyarak hem Fransa’yı hem de ön libero sevenler derneği gönüllü üyesi futbol ulemalarını şaşkına çevirecek kadar cesur ve yetenekli bir teknik direktör olan Marca Van Basten’i de takımın başına getirerek, bu turnuvada yeniden doğan hücum futbolunun sihirli formülünü bulmuş gibiydi adeta. Uzun yıllardır hasret kaldığımız kaliteli futbolu bizden esirgemeyen Euro 2008’in ilk turunda alınan sonuçlar da hücum futbolunun yeniden doğuşu teorimizi destekler nitelikteydi doğrusu.


Turnuvanın kalitesi diğerlerinin nispeten altında kalan grubu olan A grubunda, bir zamanlar bizim de talibi olduğumuz Avrupa’nın Brezilya’sı ünvanının meşru sahibi Portekiz yetenekli hücumcularını, Scolari’nin geçmişine oranla en azından daha az korkak bir tarzla birleştirince özellikle Çek Cumhuriyeti maçında su yüzüne çıkan savunma defolarına rağmen zorlanmadı. Savunmada önemli zaafları olan, fakat yetenekli hücumculara sahip Türkiye’nin istikrarsız kadro ve sistem seçimlerine rağmen, tamamen bozmaya yönelik bir oyuna teşne İsviçre ve Çek Cumhuriyeti önünde gruptan çıkmayı başarması, bu turnuvadan itibaren futbolun yeniden atletlerle değil iyi futbolcularla oynanan bir oyun olmaya doğru evrileceğinin en önemli göstergelerinden biriydi. Turnuva öncesi 4-3-3 oynayacağını açıkça beyan eden Fatih Terim’in milli takımı bu turnuvayla birlikte moda sistem olmaya terfi eden 4-3-3 hariç her sistemle oynatması da, takımımızın ve teknik heyetimizin sistem, oyuna bakış ve kadro gibi konularda kafasının ne kadar karışık olduğunu ispatlar nitelikteydi. İlk maça Portekiz’in etkili kanat adamlarını durdurmak üzerine bir anlayışla 4-4-2 dizilişiyle çıktık ve bu turnuvada rakibi durdurmayı önceleyen her takımın karşılaştığı acı sonla yüzleştik. İsviçre maçında hava ve saha koşullarına uygun olarak maç içinde defalarca değiştirilen sistem, kötü bir senaristin abartılı yazdığı bir film senaryosuna benzeyen Çeklerle oynadığımız kader maçında yeniden 4-4-2’ye dönse de, alınan hayırlı sonuç ve Terim’in medya ile düelloları sistemsizliği kolayca unutturdu herkese. Bu grupta Terim’in çok iyi bir forvet olan Nihat’ı ısrarla santrafor( forvet santrafor farkı yakında bu köşede!), iyi bir orta saha oyuncusu olan Hamit’i ısrarla sağ bek oynatması, Brückner’in Baros dururken Koller ile kontratak aramaya kalkması diğer hatırı sayılır acayipliklerdi.

Modric, Kranjcar ve Rakitic gibi ilerleyen yıllar için bolca güzel futbol vaat eden yeteneklerden oluşan nitelikli bir nesille sahne alan Hırvatlar, hevesli bir hücum futbolu ile temkinli robot Almanların önünde lider oldular ve biz “güzel futbol severler” i futbolun geleceğine dair biraz daha umutlandırdılar. Löw’ün, sahada ne yaptığını kendi de pek bilmeyen Gomez’de ısrarı, Avusturya’nın bol kıvılcımlı fakat acemi futbolu, Polonya’nın yine bir büyük turnuvayı kubbede hoş bir seda bırakmaksızın terk etmesi B grubunun diğer dikkat çekici unsurları idi.

Ölüm grubunda hasletlerini yukarıda bir bir sıraladığımız Portakallar, bol paslı kolektif total futbolları ile rakiplerini grubun adına uygun bir biçimde öldürdüler. Gerçi yaşlılık ve doygunluk sendromu yetmezmiş gibi bir de uzun süredir Domenech zede olan bir başka anti futbol takımı Fransa’nın ve yine Piturca’nın durdurmayı önceleyen futbolu ile bekleneni vermekten çok uzak olan Romanya’nın öldürülmeye dahi ihtiyacı yoktu desek yeridir

D grubunda ise gittiği her milli takıma önce futbol olarak sınıf, daha sonra büyük turnuvalarda tur atlatan mucizelerin adamı Hiddink’in Rusya’sı, anti-futbol devrinin kapandığını acı bir tecrübe ile öğrenen Yunanistan’ı ve eski gücünden hayli uzak görünen İsveç’i saf dışı bıraktı ve Villa-Torres ikilisinin yanısıra süper pasörlerden oluşan (Iniesta-Fabregas-Xavi) orta sahası ile can yakan İspanya’nın arkasına takılarak çeyrek finalist oldu. Böylece D grubu da tıpkı diğer gruplar gibi güzel futbolun dönüşünü, makineleşmiş renksiz robotların yavan mücadelesini “günümüz futbolu” diye yutturan ön libero severlerin ezberlerinin nihayet bozulacağı günlerin yaklaşmakta olduğunu biz “güzel futbol severler” e müjdeledi.

Uzun lafın kısası şu ana değin tam bir karnaval havasında geçen Euro 2008, daha ilk turu ile uzun süredir yavanlaşma ve tek düzeleşme trendinden muzdarip olan futbolun, yeniden müritlerini statlara koşturacak muhteşem bir dönüşe hazırlandığının habercisi oldu ve biz “güzel futbol severlerin” kalbini şimdiden kazandı.
Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
2
tazegül
19 Haziran 200818:17
harbi bazen maçlar bitmesin istiyor insan , hiç bu kadar beklemiyordum,
1
u/k
19 Haziran 200816:16
Savunma futbolundan banada gına gelmişti ve yorumlarınıza kesinlikle katılıyorum. ancak biraz erken bir yazı olmuş. İtalya ve almanya turnuvaya devam ederken pozitif futbolun kazanacağını ummak biraz iyimserlik unutulmamalıki negatif futbolun en önemli özelliği gözlemlenmiş pozitf hareketlere etkili önlemler alabilmesidir. umarım finallde hırv-hollanda finali izlerizde pozitif futbol kazanmış olur.