Tarih tekerrür etti ve Ankaragücü, Sivas’ı 9. maçta da yenemedi. Gerçi iki takım 100 maç yapsa, “çakma” Ankaragücü, yiğidoları mümkün değil yenemezdi.
Maçı kazanmak da var kaybetmekte. Ben sonuca bağlı değilim. Yanlışlar başka yerlerde.
Ankaraspor’un, Süper Lig’de yer aldığı 4 sezonda birçok iç saha maçını izledim. Yenikent Stadı’nın protokol tribününde kendimi hep bir müzikal oyunda gibi hissettim. Biraz gürültü var ama tam anlamıyla konsantre olup izleyemediğiniz, bir müzikal. “Benim takımım” diyemediğiniz futbolcular topluluğu, ne galibiyette yürekten sevindiğiniz ne de yenilgide kalpten üzüldüğünüz bir takım. Ankaraspor’dan belki 100’e yakın futbolcu geldi, geçti ama hiçbiri “benim takımım” diyemedi. Ankaraspor, hep taşıma suyla değirmeni döndürmeye çalıştı.
Ankaragüçlülük “tuz ruhu” oldu
Halbu ki Ankaragücü öyle miydi? 100 yıllık bir tarihi kapsayan köklü geçmiş. Sarı-lacivert renklere gönül vermiş binlerce taraftar. Yeteneği, aldığı para kısıtlı bile olsa, terini son damlasına kadar akıtan, mücadele eden futbolcular topluluğu. Yönetim, futbolcular ve taraftar ile bütünleşen “İyi gününde kötü gününde hep beraberiz” diye inleyen tribünler. Ankaragücü’nün bu ruhu kayboldu. Yıllardır “bomboş” tribünler önünde “bomboş” amaçlarla oynamış, “Ben parama bakarım” anlayışındaki 8 Ankarasporlu futbolcu,
Ankaragücü formasıyla sahaya çıkıyor. Her futbolcu, “Ocak ayında kulüpte kalan ben olayım” telaşında, takım için değil kendi için oynuyor, kahramanlık yapmaya çalışıyor. Hal böyle olunca Ankaragüçlülük ruhu yerini “tuz ruhu”na bırakıyor.
Ankaragücü de ilk kez maç kaybetmiyor. Ama “çakma” takım, Ankaragücü ruhunu kaybetti. Sahada oynayanlar hala Ankaragüçlü değil, Ankarasporlu gibi, 19 Mayıs’ta değil, Yenikent’te gibi oynuyorlar.
“Büyük Başkan”a “Hoş geldin”
Biz, 19 Mayıs Stadı’ndan boynumuz bükük çok ayrıldık ama ben kapalı tribünde birbirlerini öldürmek amacıyla taraftarın birbirlerinin üzerine yürüdüğünü, koltukları kırıp üstlerine attıklarını, camları kırıp canlarını kurtardıklarını, taraftarın olaylar nedeniyle ayılıp bayıldığını hiç görmemiştim. Öyle ya, Ankaragücü’nün “Büyük Başkanı” Ahmet Gökçek, 3 aylık cezanın ardından ilk kez protokol tribününde yerini almıştı.
Taraftarın, Başkan’a “Hoş geldin” demesi gerekiyordu. Kavga dövüş, “İstifa” tezahüratlarıyla “hoş geldin” dediler. Bunlar, hep beleş biletin sonucu. Kavga edenler, henüz bıyıkları bile terlememiş, 14-15 yaşlarındaki çocuklardı. Yöneticilerin beslediği “reisleri” ortada yoktu ancak bu çocukların kafalarına koltuk geldi, can havliyle TSYD’nin camlarını kırmak için ellerini kestiler. Korku bu çocukların yüreklerine girdi, gözlerinden okundu.
“Bu b.oku niye yediniz?”
Bir önceki yazımda da, “Bu b.ku niye yediniz?” diye sormuştum. Sivas maçında görüldü ki, “Güçbirliği”, “Düşman kardeşler” ortaya çıkardı. 30 Ağustos kongresinden önce Ankaragücü Kulübü’nün yerini bile bilmeyen Büyükşehir Belediyesi bürokratları ve belediye ile işyapan “yönetici-kodamanlar” protokol tribününün ön sıralarında oturuyor. “Her şeye rağmen” Ankaragücü’nü sevenler, sarı-lacivertli renklere gönül vermiş olanlar ya da eski yöneticiler protokol tribününün üst sıralarında. İki grup arasında, tribünde de boşluk var, gönüllerde de. Bu gidişle de, boşluk büyüyecek. Ankaragücü’ne gönül verenler, protokol tribününü terk edecek, “Yav, bu iş de nereden çıktı? Şimdi sıcacık evimizde çoluk çocuğumuzla olmak vardı” diyen belediye bürokratları ve “yönetici-kodamanlar”, gönül rızasıyla olmasa da, bedava tribünü işgal edecekler. Çünkü, Melih Gökçek maça geliyor ve Başkan’a görünmek lazım. Yoksa Başkan çok kızar.
Ceza Ceyhun’a mı, takıma mı?
Sivas maçını izlerken, bir arkadaşım, “Ceyhun kadro dışı bırakıldı bırakılalı, Ankaragücü gol atamadı” dedi. Ceyhun, rakip kaleye dikine gidiyor, çalımla adam eksiltiyor, frikik kullanıyor, takım arkadaşlarını ateşliyordu. İsyankar tavrıyla, Ankaragücü futbolcularının lideriydi. Ceyhun’un uzaklaştırılmasıyla takım, “Ağzına vur lokmasını al” tavrındaki uysal çocuklara döndü. Çünkü yıllarca Yenikent’te öyle oynadılar.
Ankaragücü’nün orta sahasında yer alan Adem Koçak ile Theo Wekks, “bal yapmayan arı” gibiler. Orta sahada oynayan bir futbolcu, maç boyunca bir pozisyona girmez mi, forvet oyuncularına bir tek pozisyon hazırlayamaz mı? Adem ile Theo, bunları bir kez bile yapamadılar.
“Baki gibi futbolcun olsun”
Bir paragraf da Baki için açalım. Ben, “Baki gibi futbolcun olsun” diyenlerdenim. Baki’nin, olumlu ya da olumsuz, iyi niyetli olarak, oyuna müdahale etme çabasını beğeniyorum. “Mıymıntı” futbolcu yerine Baki gibi, “İsyankar, asi, ne yapacağı belli olmayan” futbolcun olsun. Ankaragücü’nün yediği 2. golde “Keloğlan’ın” hatası var belki ama atılan 2 golde de katkısı inkar edilemez.
Sivas’ın 3. gölüne gelince, bence golü Baki kendi kalesine atmadı, kaleci Senecky yedi. Futbolun en temel kurallarındandır, rakip atağında, kaleye en yakın futbolcu takım arkadaşıysa, kaleci kaleyi terk etmez. Baki ile Sivas’ın forvet oyuncusu topa çıktığında Senecky de ceza sahasında gezmeye çıkmıştı. Fatura Baki’ye kesildi ama hesabı ödemesi gereken Senecky’dir. Nitekim, son dakikada Sivas’ın kalecisi kale çizgisi üzerinde durduğu için Ankaragücü’nün 3. golünü önledi. Hatta, bir dakika sonra Mehmet Çakır’ın 1 metreden vurduğu topu da çelmeyi başardı.
Tarihe geçmeyi başarabilecekler mi?
Son söz, bekliyorum bakalım, acaba Ankaraspor bir sezonda 2 kez küme düşecek mi? Gökçek ve ekibi, aynı sezonda, Ankaraspor’un ardından Ankaragücü’nü de düşürme başarısını gösterebilecekler mi? Hani, istemiyor da değilim. Ne deniyor, “100. yılda şampiyon olacağız.” Bu sözü tutmak için Süper Lig’te şampiyon olmak gerekmiyor. 2. Lig şampiyonluğu da sözün yerine gelmesi için yeter. Hiç olmazsa 2. Lig’te şampiyonluk heyecanı yaşarız.