Klasspor - Ziya Adnan - Şimdi sarılıp geçmişe.... yazısı

Site İçi Arama


ŞİMDİ SARILIP GEÇMİŞE....

3581 Okunma


Radyo da eski bir şarkı çalar, dinlerken hiç bitmesin ister insan...

Fotoğrafta takım elbiseli genç adam, üzerinde yeni takımının renkleri olan doğum günü pastasının önünde. Arka fonda, belki tüm dünya futbolunda kadrosunda en çok futbolcu bulunduran asırlık bir takımın kalabalık futbolcu ordusu. Pastanın üzerinde mumlar. Genç başkanının yanında, her an kovulmasi beklenen ama sözleşmesinde ki ağır şartlar yüzünden şimdilik görevine devam eden Teknik adam. Şimdilik. Belki siz bu yazıyı okurken, o çoktan ...

Başkan ve teknik direktör ayni karede. Biri daha önce başka bir kulüpte başkanlık yapmış, diğeri daha önce bir sürü kulüpte hocalık. Geçmişte kötü biten bir birlikteliğin sonrasında, kaderin cilvesi olsa gerek, yolları bu kez asırlık çınarın gölgesinde kesişmiş. Fotoğrafta ikisinin de yüzünde gülücükler, ‘çok mutluyuz’ yalanının arkasında ki mutsuz çiftler gibi. ‘Aman kameralar üzerimize doğrulmuşken bir açık vermeyelim’ gibi. Arka fonda yarını meçhul futbolcu ordusunun kareye yansımaları.

O doğum günü karesi, aslında Ankara futbolunun hazin fotoğrafı...

Genç adam henüz 33. yaşında 100 yıllık kulübün başkanı sıfatında. Kaç kula nasip olur bilinmez ama hikayenin can alıcı noktası, bu şatafatlı kutlamadan tam bir sene önce buna benzer bir kutlamayı, şimdi ikinci ligde çile dolduran, cami avlusuna bırakılmış bebek misali kaderine terk edilmiş Ankaraspor’un velisi iken yapmış olması. Kimbilir, belki o kutlamayı yaparken, bir sene sonraya dair adak adamıştır genç başkan, tutmuştur içinden bir dilek. Kimbilir, belki paylaşmıştır o dileğini, Belediye Başkanı babasıyla ...

Bir de ‘Büyük Başkan’ hadisesi var ki, ayrı bir yazı, hatta üniversitelerde tez konusu. Görünen o ki, ‘Büyük’ sıfatını haketmek için, o koltuğa oturuyor olmak yeterli. Daha düne kadar, 13 senelik başkanlığı döneminde, en küçük başarısı olmayan kır saçlı adam ‘Büyük Başkan’ olarak anılırdı. Unutmadık. Yönetmenliğini Ridley Scott’un yaptığı ‘Gladyatör’ filminin Commodus’u gibi, Şeref tribününde oturup, arenada hayata kalmaya çalışan Maximus’u gerine gerine izleyişi pek taze hafızalarda. Ama ne oldum dememeli insan. Hele, kulübüne en küçük başarıyı bile yaşatamamış, kulübü gırtlağına kadar batırmış bir başkan hiç dememeli.

Diyorlar ki, kulübün borcu 25 milyon civarındaymış. Daha önce de yazmıştım, Ankaragücü’nün geçmiş senelere dair bütün evrakları ve defterleri bağımsız bir denetim firması tarafından incelenmelidir. Yeni yönetimin bu borca dair en küçük sorumluluğu olamaz. Hesap verecekler bellidir...

Velhasıl, şimdi başkanlık sırası genç adam da. Şimdi ‘Büyük Başkan’ tezahüratları ona. Anlayacağınız koltuğu kim kaparsa. Koltuğa bir kez oturanın, bir daha kalkmak istemeyişi de bu yüzden. Şampiyon olmasan da, Kupaları almasan da, ‘Büyük Başkan’ olur çıkarsın hikayenin ta en başında....

Mesele icraat de değil, koltuğu kapmakta...

***

Belki o bilmez ama yeni başkanının henüz okuma yazmayı sökmediği zamanlarda Başkent’in sarı lacıverdi ikinci ligde mücadele verirdi. Hem de ne mücadele. Siz bakmayın yeni yetmelerin ‘Evren’in takımı yakıştırmalarına. Onlar, o sezon birinci lige çıkan Sakaryaspor’un, bir sezonda 17 penaltı kazanarak Şampiyon olduğunu bilmezler. Dünya futbolunda, bir ikinci lig takımının ilk kez Federasyon Kupasını kazanmış olduğunu da.

O zamanlar ne Güneydoğu açılımları, ne Digitürk, ne kır saçlı adam, ne naklen yayın arabaları, ne de futbola ma-aile bodozlama dalmış Belediye başkanları. Takvimler 1980 senesini gösterirken, Türkiye Kupasında final oynamıştı o takım, ordaydım. Ankara’dan Bolu’ya konvoy haline gitmişti arabalar.

Maçın sonucunda kupayı alan takımın sarışın kalecisi, tribünlerde kendinden geçmiş taraftarların üstüne atlarken çekilmiş fotoğraf Avrupa spor basınında geniş yer bulmuş, yılın spor fotoğrafı seçilmişti. Tüm ülkeye mal olmuş bir sloganı vardı o takımın “Gururluyuz Güçlüyüz...” diye başlayan....

Ikinci ligde oynadığı dönemlerde bile saatler öncesinden dolardı tribünleri. Ne tribün grupları vardı, ne tribün liderleri, ne genetiği bozulmuş taraftar profili, ne rant kavgaları, ne de koltuk sevdalısı başkanlar. Maç günleri, o yaşlı stadın dışında değil, gişelerinde satılırdı o günkü maçın biletleri. Başlama vuruşundan saatler önce takımlarını görebilmek için sıraya girerdi taraftarlar. Sevdalar karşılıksız yaşanırdı.

Maç günleri, o stadın üzerine güneş henüz doğarken, bir çöpçüler, bir bekçiler, bir de taraftarlar olurdu...

Maçın başlamasına yakın, Amigo Sefa’nın bir el hareketi ile canlanırdı tribünler. Dünyanın en büyük orkestrasının unutulmaz şefiydi Amigo Sefa. Yeni nesillerin asla bilmediği bir takım vardı orada, şampiyonluklar kazanmamış olsa da.

Sonra zamana ve kötülüğe yenik düştü adını şehrinden almış sevdaların takımı. Hırslı, paragöz, arsız adamlarin doymak bilmeyen kirli ellerinde eriyip gitti zamanla. Şimdi adı ve renkleri ayni olsa da, ondan geriye o takımı ve taraftarını hatırlayanların içini sızlatan hatıraları kaldı.

Bir de o sarışın kalecinin unutulmaz fotoğrafı...

O doğum günü kutlamasına bakarken, günümüzden 10 sene kadar önce, Ankaragücü taraftar guruplarının yayınladığı bildiriyi düşündüm. Takvimler 17 Nisan 1999’u gösteriyordu.

“I. Melih Gökçek. Biz Ankaragüçlüyüz.” yazıyordu o bildiri de. Devam ediyordu;

Peki ya sen! Senin ne olduğun, neci olduğun belli değil. Ankaragücü’nü bize bırak. Sen bize gölge etme yeter. Biz seni biliriz. Sen Ankaragücü’nü değil, kendini düşünürsün. Ankaragücü’yle kendine güç katacaksın. İ. Melih Gökçek. Sana Ankaragücü’nü vermeyeceğiz. Sen kendine yakışan bir takım bul. Ankaragücü’ne yakışmazsın...

***

Sonra aradan on sene geçti. Şimdi genç adam Ankaragücü’nün başkanı. Hatta ‘Büyük Başkanı’. Tıpkı kır saçlı adam gibi. Ortada kazanılmış hiçbir başarı olmasa da. O fotoğraf. Üzerinde yeni takımının renkleri olan doğum günü pastasının önünde. Pastanın üzerinde mumlar. Yanında her an kovulması beklenen Teknik Direktör. Diğer tarafta, tıpkı cami avlusuna bırakılmış bir bebek misali kaderine terk edilmiş bir takım. Hemen yanında, kötü yönetimler yüzünden gırtlağna kadar borca batmış, huzura ve başarıya hasret yüz yıllık bir kulüp.

O doğum günü karesi, aslında Ankara futbolunun hazin fotoğrafı...

Daha önce de yazmıştım, takımlar da insanlar gibi hasta olurlar, yenik düşerler zamana. Bazen ruhu ölür takımların, geriye sadece renkleri ve sararmış solmuş fotoğraflar kalır. Bazen nicedir duvarda asılı çok eski bir takım posteri, bazen bir Belediye Başkanının oğlunun doğum günü kutlamasında çekilen bir kare, bu gerçeği bir kez daha hatırlatır.

Radyo da eski bir şarkı çalar, dinlerken hiç bitmesin ister insan...

Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
2
Zakirza
15 Kasım 200901:35
Sayın Ziya Adnan yazınızı okudum. Yazdığınız birçok yazı hep birbirine benziyor. Evet nostalji elbette güzeldir. Geçmişini bilmek tabiki önemlidir fakat geleceğe fayda verecek şekilde olması lazım. Hem taraftar gruplarını eleştiriyorsunuz(bence haklısınız) fakat hem de onların yayınladığı bildiriye methiyeler diziyorsunuz. Şu bir gerçek ki hiçbir grup veya dernek bu camianın çoğunluğunun sesi olduğunu iddia edemez. O bildiriyi yapanlarda bugün büyük başkan diyenlerde tamamen Ankaragücü camiasının isteği budur diyemez. Onlar kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Netice de 12 sene bir kır saçlıyı başımıza musallat edenlerde onlardır. Onların göz yummaları yüzünden bu klüp borç batağına düşmüştür. Kurumsallaşamamıştır ve hiçbir zaman kendine büyük hedefler çizememiştir. Bugün gelinen noktada da ise birileri bu borçları temizlemeyi, kurumsallaşmayı, başarıyı yani tüm Ankaragüçlülerin özlediği tabloları vaat ediyorsa, bence geçmişe takılmayıp bir şans verilmeli. Heleki kırsaçlının gölgesi hala bu kulübün üzerindeyken, tüm camia kenetlenmeli ve ona tekrar fırsat verilmemeli. Hatta geçmişteki pislikler ortaya çıkartılıp onu ait olduğu yere göndermelidir. Son olarak bu yaş mevzusuna bu kadar takılmayın. Yaş her şey demek değildir. Türk milletinin şanlı geçmişine şöyle bir bakarsanız ismini tarihe altın harflerle yazanların çoğunun bütün başarıları genç yaşta olmuştur. Bizler zamanla bunu unuttuk ve belkide ülkenin en büyük sorununu olan gençliğe güvensizlik duygusunu kendimiz oluşturduk. "Gençlere, gençliğe güvenin!"
1
güçlü 56
14 Kasım 200923:10
Sevgili Ziya Adnan yazını okurken o anlar bir flim şeridi gibi gözümün önünden geçti. Yazdıkların çok doğru.Ama bir konuda sana katılmıyorum.Ankaragücü bir belediye Başkanın oğluna bırakılırmı bırakılmazmı bunu tartışmak istemiyorum.Bu bir sonuçtur.17 nisan 1999 bildirisini yayınlayan taraftarmı Ankaragücünü Belediye başkanın oğluna teslim etti? Bence teslim eden dillere destan başkanın ali cengiz oyunuydu.40 milyonluk borç batağına batmış ölmüş Ankaragücünü Başkanın oğlunun üzerine adeta yıkmış kendine de olağanüstü yetkiler alarak perde arkasına geçmiş soyguna devam etmek niyetiyle bu iş gerçekleşmiş.Büyük Ankaragücü taraftarının en büyük arzusu şampiyon olmaktır.kişiler hiç önemli değildir çünkü gelip geçicidir.Ankaragücü ilelebet bakidir. Şanlı tarihine kim iyi hizmet ederse bu 17 nisan bidirisini yayımlayan taraftar yıllar geçse unutmaz hatta heykelini bile diker.