Klasspor - Ziya Adnan - Asırlık çınar devrilirken... yazısı

Site İçi Arama


ASIRLIK ÇINAR DEVRİLİRKEN...

4096 Okunma


Adına futbol dediğimiz güzelim oyunun televizyon canavarına esir düşmediği siyah beyaz zamanlarda, futbol sevdalıları takımlarını izlemek için soluğu tribünlerde alırdı. Ordaydım. Şimdilerde, yapay fıskiyeleri, gereksiz alt-üst geçitleri, yerden mantar gibi biten birbirinin aynı ruhsuz alışveriş merkezleri, beton yığınlarından ibaret steril siteleri ile sakil bir Arap şehrini andıran Başkent’in, doğup büyüdüğüm şehrimin yaşlı stadının tribünleri dolar taşardı hafta sonları, bayram yerine dönerdi 19 Mayıs stadı. İşportacılar, köfteciler, tezgâh satıcıları, çekirdekçiler, taraftarlar. Maç günleri, babalarının ellerinden tutmuş çocuklar akardı stada. Babalarının izinden yürürdü çocuklar. Takımlar fişek gibi sahaya çıkarken uğultu yükselirdi futbol mabedinden. Yense de yenilse de, genci, yaşlısı Ankara futbolseveri, şehrinin takımına mutlaka sahip çıkardı. Ankara futbolseveri, şehrinin takımını asla yalnız bırakmazdı.

Ordaydım…

Gitmek bilmeyen kır saçlı adamdan, daha fazla oy uğruna siyaseti dibine kadar sporun içine sokan belediye başkanlarından, tribün gruplarından, Akdeniz akşamlarından, misyoner futbolculardan, göstermelik kongrelerden, futbol sayesinde adını duyuran yöneticilerden, sevimsiz başkanlardan, rant kavgalarından, kombine biletlerden, amigo yorumculardan, hormonlu belediye takımlarından çok önce, orada şehrini, stadını, takımını karşılıksız seven taraftarlar vardı.

Orada köklü bir çınar vardı, adını şehrinden alan…

Ne Digitürk vardı o zamanlar, ne naklen yayın arabaları, ne Pazar akşamlarının bitmez bilmeyen özet görüntüleri, maç sonu röportajları, ne de takımdan takıma zıplayan paragöz futbolcular. Eskiden o stadın sesi, kokusu vardı, ayrı kaldığımız zaman özlediğimiz, eskiden stadımız vardı, ikinci evimiz, görmek için hafta sonlarını iple çektiğimiz.

Eskiden tıpkı şehri gibi, o stadın ruhu vardı...

Sonra ister kader diyelim ister kısmet, kır saçlı adamın devri başladı. Onun görevde bulunduğu 13 sene boyunca kulübün kapısından sayısız futbolcu geldi geçti, takımın başında otuza yakın teknik adam görev yaptı. Ersun Yanal dönemi hariç, kulüp her sezon küme düşmeme kavgası verirken, takımına gönülden bağlı taraftarlar zamanla çekildi tribünlerden. Sevdanın yerini tribün gurupları aldı. Kulüp üyeliği gerçek taraftara kapatıldı, bağımsız denetimlerden uzak, son senelerde her türlü şaibenin altından kulübün adı çıkar oldu.

Sonra yakın geçmişte istifa etti kır saçlı adam. Neredeyse her sene gerçekleşen göstermelik kongreler de, eş dost, akraba oyları ile seçilen, ‘Ankaragücü’ne başkan olmasının Ankaragüçlülerin ayıbı olduğunu’ defalarca yinelemiş Fenerbahçe kongre üyesi başkanının çok geç kalınmış gidişinin sevinci henüz yaşanırken, o bu kez karşımıza ‘Onursal Başkan’ olarak çıktı. Tıpkı 80’lı yılların unutulmaz korku filmi ‘Friday the 13th’ (Uğursuz Cuma) nın ölmek bilmeyen Jason’u gibi. Filmi görenler hatırlayacaktır, kızlı erkekli bir gurup genç, Camp Crystal Lake’ e kamp yapmaya giderler. Ancak orada onları intikam ateşi ile yanan Jason beklemektedir. Kan banyosu içinde filmin finalinde ölür Jason. Ama sonra ikinci filmde tekrar karşınıza çıkar. Sonra 3. sonra 4. sonra 5. senaryoda.

Tam bu kez bitti dersiniz, ama bir sonraki senaryo da o yine karşınızdadır. 1980’de ilki çevrilen film, sonraki yıllarda ‘Friday the 13th Part II, III, IV…’ olarak devam etmiştir. Yanılmıyorsam, en son dokuzuncusu çevrilen filmde Jason hala yıkılmamış ayaktadır.

Bu yazının yazıldığı saatlerde yeni bir kongrenin arifesindeydi Ankaragücü, tam da yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanırken, aslında kutlanacak ne kalmışsa. Borç gırtlağa dayanmış, kulübün kasası boşalmış, alacaklılar kapıya dayanmıştı. Çıkış yolları tıkandığı için, çare kalmadığı için alıcısını bekliyordu köklü çınar. Ankaraspor’da umduğu sansasyonu yakalayamayan Ankara Belediye Başkanı Gökçek, bir kez daha, üstelik bu kez oğlu ile birlikte Ankaragücü’ne talip olmuştu. Tıpkı fakir kıza talip, mahallenin sevilmeyen zengin adamı gibi.

Kimseler neden halkın parasının futbol takımlarına aktarıldığını sormayacaktı nasılsa. Kimseler bu borcun nasıl oluştuğunu da sormayacaktı. Kimseler, düne kadar kanlı bıçaklı olmuşların bir araya gelmesini yadırgamayacaktı nasılsa. Türk futbolunda etik ve ahlaki değerler çoktan yerle bir olmuştu nasılsa. Aslında Gökçek, tüm Ankara takımlarına eşit derecede destek verse kimselerin pek diyeceği olmazdı ama bu sahiplenmek değil, sahip olmaktı.

Ancak bu kez bir değil, üç Jason olacaktı senaryoda. Kimbilir kaç zaman daha izleyecektik bu korku filmini. Köklü çınar yavaş yavaş devrilirken, eskiden geriye sadece renkleri kalacaktı.

Şimdi Digitürk zamanları, ayda bilmem kaç liraya. Naklen yayın arabaları, evlerde, dev ekran plazmalar, pazar akşamları sadece üç takıma dair bezirgân futbol programları. Şimdi belediye başkanların futbola el attığı etik dışı zamanlar.

Oysa biz futbolu tozlu arsalarda, çamurlu sahalarda, futbol kokan statlarda sevmiştik. Naklen yayın arabalarından, canlı yayınlardan, pazar akşamlarının futbol geyiklerinden, onursal başkanlardan, hormonlu belediye takımlarından çok önce sevmiştik. Biz futbolu, televizyon canavarı öldürmeden, belediye başkanları futbola el atmadan, endüstriyel futbol illetinden çok önce sevmiştik...

Forması için savaşan, tekmeye kafa koyan, sekiz oyuncuyla, üstelik rakip takımın sahasında maç kazanan yürekli futbolcuların posterleri süslerdi evlerimizi. Deplasmana uçakla değil, saatler süren otobüs yolculuklarıyla giden takımları alkışlamıştık yeşil sahalarda. Cebinden para harcayıp, takımının başarısı için çalışan yöneticileri tanımıştık.

En güzel kutlamayı, Bolu’da kazanılan kupadan sonra tel örgülerin üzerinden taraftarının üzerine uçan sarışın kaleci de görmüştük. Takım sevdasını önüne konan çuval dolusu parayı elinin tersiyle iten ‘Tatar Metin’ de tanımıştık. Forması çamura bulanmamış futbolcuyu takımdan saymazdık...

 

Eskiden futbolcular vardı, formasına sadık, takımına ölesiye sevdalı. Eskiden tribün gurupları değil, taraftarlar vardı. Eskiden sevdalar vardı, kimselerin satın alamayacağı.

Eskiden orada köklü bir çınar vardı, adını şehrinden alan…

Ordaydım...

Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
4
Babo
29 Ağustos 200921:33
Bir sevda vardı içimde. Ankaragücü sevdası. Artık öldü, YOK OLDU BİTTİ. Takım tutmuyorum. Ankaragüçlü değilim artık. Taa ki takımını seven gerçek yönetici, Para peşinde koşmayan gerçek taraftar bulana kadar. Elveda Ankaragücü.............
3
angaralı
28 Ağustos 200916:47
bende geçmişi yaşamış biriyim. ancak geçmiş geçmişte kaldı artık bugüne ve geleceğe bakmak lazım. günümüz futbolunun şartlarını anlamak lazım. mazideki gibi bir takım tutmak istiyorsan ankarademirspor 'u gidip destekle. biz gelecekte şampiyon olacak takım tutmak istiyoruz.bunun içinde kulübe senelik 150 trılyon para kazandıracak adam lazım. bu parayı sen vereceksen seni başkan yapalım. sırtımızda taşırız valla.günümüz gerçeklerini görelim artık.
2
tebrik
28 Ağustos 200916:46
gercekten yazınızı tebrık ederım ancak unutulmaalıdırkı ankaragucu dıger takımlarla esıt mucadele edebılmek ıcın bu duruma dusmustur.
1
en büyük ankaragüçlü
28 Ağustos 200916:14
ee napsaydı onuda söyleseydin ya bu kadar düzensizliğin düzen olduğu düzene tek başına ankaragücümü kafa tutsaydı don kişot gibi he kominist ziya..ne yapsaydı böylemi yok olsaydı her halukarda bişey olacaktı bu seçildi çaresizlikten cankaya belediyesi talip olsa yer yerinden oynardı demi..gerçi sen değilmiydin yanlış takım sevdim diyen daha ne yorum yapıyosun kardeşim takım hakkında..sen londradan net süzemiyon meseleleri uzak kalmışın biraz...her zamanki gibi hayal dünyanda çözüm göstermeden eleştirmişin işte laf olsun babında...