Geçenlerde bir mail geldi, Ankara sevdalısı genç bir arkadaştan. Tolga Cenk Işıkçı. ‘Yeni yapılacak ve Ankara ve İzmir arasında kararsız kılınan stadın, İzmir’de yapılmasına karar vermişler’ yazmıştı mailinde. Ülkenin Başkenti dururken, Türkcell Süper ligde tek takımı olmayan, üstelik koskoca Atatürk stadının senelerdir uykuda olduğu şehire yeni stat yapılmasına sitem ediyordu. ‘Nedir bu Ankara düşmanlığı ?’ diye soruyordu. İstanbul sevdalısı siyasilerin ellerinde giderek önemsizleşiyordu Ankara, giderek büyüyordu kimsesizliği, yalnızlığı, taşralığı.
Ankara'nın İstanbul'a dönüşünü değil de, kendisini seven her Ankaralı gibi isyan ediyordu bu pespaye gidişe Tolga. Kabullenemiyordu şehrinin kötü kaderini, unutulmuşluğunu, bir kenara itilmesini.
‘Ömür Biter, Gökçek Bitmez’ demişti bir zaman önce Ankara sevdalısı bir arkadaşım. Alt ve üst geçitleri, yapay fıskiyeleri, eski Berlin duvarı misali bir taraftan diğerine geçmenin imkânsızlaştığı Atatürk Bulvarında yürüyorduk, tıpkı eski zamanlarda yürüdüğümüz gibi. Bir maç günüydü ama geçmişten çok farklı. O gün yine Digitürk'lü, kıraathaneler dolacak, tribünler boş kalacaktı. O eski stat, tıpkı eski zamanlarda ki gibi babalarının ellerinden tutmuş şehrinin çocuklarını bekleyecekti yine umutla, ama şehrinin çocukları sırtlarını dönecekti ona. O eski stat bir kez daha geçmişine ağıt yakacaktı.
Sıcaktı Ankara, yanıyordu. Sakil bir Arap şehrini andırıyordu görüntüsü. Ömür biter hatta Ankara biter, Gökçek bitmezdi. Doğup, büyüdüğüm, okullarında okuduğum, sokaklarını arşınladığım, nice dostluklar eskittiğim şehrimin eski günlerinden geriye ‘Gökçek Enkazı’ kalmıştı. Bir zamanlar şık insanların yürüdüğü o cıvıl cıvıl bulvar otoban olmuş, Akün sinemasından, Çağdaş Sahneden, Kuğulu Parktan geriye sadece eskinin kırıntıları kalmıştı.
Tıpkı stadı gibi, şehri de mazisine ağıt yakmaktaydı.
Şairin dediği gibi,
‘O iyi insanlar, o güzel atlara binip gitmişlerdi çoktan.
Şimdi biz hatırladığımız baharlardan solmuş çiçekler toplayacaktık ömrümüze’...
***
Gelecek sene yüzüncü yılını kutlayacak, Türk futbolunun en eski takımlarından Ankaragücü'nün taraftarıydı Tolga. ‘Ben sadece takımımı seviyorum, hiç bir gurubun üyesi değilim...’ diyordu. Geldiğimiz çağın paraya bulanmışlığında, gurupları oluyordu takımların, her gurup giderek büyüyen pastadan pay kapma çabasında. Tıpkı Gökçeğin kemirdiği Ankara gibi, rant hadisesi de Ankara futbolunu kemirmiş, bitirmişti. Yönetimlerle, başkanlarla arayı sıcak tutan guruplar köşeyi dönüyor, başkanla iyi geçinen, itaat etmenin karşılığını fazlasıyla alıyordu. Devre dışı kalan, asla yenilgiyi kabul etmiyor, kongre salonlarında kendisine yakın gördüğü başkanı seçtirme savaşı veriyordu. Tam 'Kurtlar Vadisi' tadında. Yüzyıllık kulübün delege sayısının komikliği her şeyi açıklıyordu oysa. Kulübe üye olmak için başkana yakın olmak gerekirdi. Bu durum medeni ülkelerden birinde olsa, kulübü kendi çıkarları doğrultusunda yönetmişlerden adalet önünde hesap sorulurdu mutlaka.
***
Bir zamanlar eşmiş, kükremiş, kupalar kazanmış bir takimin taraftarıydı Tolga. Onun bilmediği zamanlarda, şimdinin pespaye, toz duman görüntüsünden çok eskilerde taka basa dolardı o eski stadın tribünleri. Ne tribün guruplar vardı o zamanlar, ne de tribün liderleri, ne rant kavgaları, ne de koltuk sevdalısı başkanlar. Amigo Sefa'nın bir el hareketi ile canlandırdı tribünler. Dünyanın en büyük orkestrasının unutulmaz şefiydi Amigo Sefa. Bir ulusun kurtuluşunu simgeleyen heykele beş dakikalık yürüyüş mesafesindeki futbol mabedi kucak açardı Ankara futbolseverine. Digitürk’lü kıraathaneler, Pazar akşamları her daim üç İstanbullunun tartışıldığı futbol programları, kulübü sayesinde köşe olmuş başkanlar, ‘Kurtlar Vadisi’ yöneticileri henüz bilinmezdi. Kendi şehrini tribünlerden sevmişler sahip çıkardı takımına, sevdalar karşılıksız olurdu. O takımın formasıyla futbol tarihimize isimlerini yazdırmışların posterleri süslerdi Ankara mekânlarının duvarlarını. Kötü gidişatın hesabını mutlaka sorardı taraftar.
Yönetimler, taraftar baskısını her daim ensesinde hissederdi...
Ama tıpkı şehri gibi, paraya, zamana ve kötülüğe yenik düştü o takım. Hırslı, paragöz, arsız adamların doymak bilmeyen kirli ellerinde eriyip gitti. Şimdi adı ve renkleri ayni olsa da, ondan geriye o takımı ve taraftarını hatırlayanların içini sızlatan hatıraları kaldı.
***
Kimbilir genç arkadaşım;
Tıpkı ahir ömründe uzaklardan yanlış kadını sevmiş, ona sevgisinin büyüklüğünü hiç anlatamamış, karşılıksız bir aşkın sonucunu kabullenmiş bir adam gibi, muhtemel sen de yanlış takımı sevdin. Acın hep içine aktı, sevgin hep acıttı. Bir gün mutlu olursun sandın, ama olmadı.
Bilirim, ‘aşk hiç pişman olmamaktır’ derler ama kimbilir. Sende kolay olan yapsaydın, üçünden birine yapışsaydın, güçlünün, zenginin, kollanmışın, çoğunluğun saflarına katılsaydın daha mutlu olurdun. Haftasonların, Pazar akşamların, futbol sohbetlerin daha keyifli geçerdi. Gazetelerin spor sayfalarında ilgini çekecek günlük haberler eksik olmazda mesela. Televizyon kanallarında hep senin takımın olurdu, okulda, işyerinde, mahallende, şehrine çok uzak, stadına aşına olmadığın, belki hayatında bir kez bile havasını solumadığın takımınla övünür, maç günleri Digiturk’lü mekânların müdavimi olurdun mesela.
Ait olmadığın bir şehrin, sana uzak takımları ile teselli bulur, ‘İyi güzel de, üçünden hangisini tutuyorsun ?’ sorusunun her daim muhatabı olmazdın mesela...
Kimbilir, sende kolay olan yapsaydın, üçünden birine yapışsaydın...
Ama olmadı...
Tıpkı ben gibi, muhtemel sen de yanlış takımı sevdin...