Tam kırk iki seneden beri mahallelinin saçını sakalını kesen, kulak tüylerini yakan, burun kıllarını alan, bu pis işlerle ilgilenmekten bugün bile bıkmaktan imtina eden Selahattin Abi, tası tarağı toplayıp bu diyardan firar etti. Arkasından su dökerken ağzından şu iki cümleyi duydum: “Bu kadarına yüreğim dayanmaz. Bana düşen, Ankaragücü’nü uzaktan sevmek.”
Berber Selahattin Abi’nin asma kilit vurulmuş, boyaları dökülmeye yüz tutmuş, lacivert kapılı dükkanını bilenler bilir. İçeri adım atar atmaz, tam karşıda durur. Kaleci Adil Eriç’in 81’deki kupa beyliğinden kalma uçan fotoğrafının Ankara’daki en büyük ebatlısından adamın gözü 210 derecelik açıyla görse kaçılmaz. Soranlara da anlatır değerini fotoğrafın. O maçta Adil Eriç’in üstüne atladığı adamlardan biridir Selahattin Abi. O pozisyonda Adil’i tokatlayıp kornere gönderecek ya da tek yumrukla uzaklaştıracak hali yok. Hazırlıksız yakalanmış. 28 senelik boyun fıtığı belasının sebebi o uçuş. Ama zerre kadar gocunmaz hayıflanmaz. O kupanın Selahattin Abi’den aldığı bedeldir bu. “Buna katlanılır” der.
Berber Selahattin Abi, kullandığı sarı lacivert taraklardan bir tanesinin bir dişi kopsun, efkar dağıtmak için Tekgöz Münir’in meyhanesinde alır soluğu. Eskimiş koltuklarının sarı rengi soluktur. O koltuklar o dükkanın alameti farikasıdır. Değişmez.
Diyeceğim, Ankaragüçlülüğünden sual olunmaz Selahattin Abi, Ahmet Gökçek’in kulübe başkan olacağını duyunca terk etti Ankara’yı. Bu dedikodular üzerinden Selahattin Abi’yi kızdırmaya çalışanlara karşı böyle bir söz vermişti vaktinde: “Öyle bir şey olsun, bu şehri terk ederim. Sarı laciverti uzaktan severim.”
En son, duble Onursal’la Yıldırım bir araya gelip, mahdum Gökçek’i başkanlığa aday gösterince, “Gidiş gidiş degil. Galiba oldu bu iş” deyip; hazırda tuttuğu ev eşyasını şehirler arası nakliyat şirketinin man marka kamyonuna yüklemeye girişmiş. Ben de yaklaşık on günden beri boşladığım saçı sakalı düzelttirme işi için dükkana gidince duydum. Komşusu Bakkal Ali’ye hayrını şerrini sormaya kalmadan anlattı her şeyi. Koşar adım Selahattin Abi’nin evine yollandım. Baktım, taşımaya ara vermiş işçilere kıymalı pide yediriyor. Bir yandan da hüzünlü efkarlı bakıyor. “Yahu dur, ne yapıyorsun. Pire için yorgan yakılır mı? Allahlarından bulsunlar” türünden ikna çabalarım boşa çıkmak bir yana, papara yedim: “Sen ne demek istiyon? Bizim ağzımızdan laf bir kere çıkar. Bu şehirde yaşamak bana haram. Yolumda durma, yolunu keserim.”
O laflar federasyonun en son mali genel kurulunda verilen sözleri hatırlattı bana. “Keşke” dedim, “Her adam Berber Selahattin Abi olsa.” O arada rahmetli eşi Nadire Abla’nın tek yadigarı Fevzi’yi sordum: “O da geliyor mu?” “O” dedi sitemli ses tonuyla, “Ne zaman benim peşimden geldi ki?” Yıllar önce babasından devraldığı berberlik mesleğini oğlu Fevzi’ye miras bırakmak istemiş; Fevzi bunu kararlı ve dik bir duruşla reddedip, baba mirası olmadan da ayakta kalabileceğini göstermek istemişti. Şimdi gururu, onuruyla bunu başarmanın tadını çıkarıyor.
Bu da gözümün önüne mahdum Gökçek’i getirdi. Düşündüm, mahdum Gökçek acaba kararlı ve dik bir duruş gösterip; babasının kendisine sunduğunu reddetme cesaretini, basiretini, erdemini gözümüzün içine sokar mıydı? Hiç ihtimal vermedim. Berber Selahattin Abi gitmiş. Yansın Ankaragücü.