Tam 1 sene sonra yeniden köşe yazısını kaleme almak ve Ankaragücü hakkında değerlendirme yapmak gerçekten çok özlenesi bir duygu. Bu yazıya başlarken duyduğum heyecanı da paylaşmak isterim.
Kars’ta yaptığım vatani görevimden dolayı Ankara’nın spor gündeminde biraz uzak kalmış olsam da o 1 senelik süre zarfından yaptığım telefon görüşmeleri sayesinde son dakika haberlerini almaya çalıştım. Ankaragücü’nün Süper Lig’deki birçok maçını da askerliğini yapan kişilerin yakından bileceği ‘Erbaş-Er Gazinosu’ olarak tabir edilen yerde izleyip gerekli izlenimleri beynime not etmiştim. Askerden geldikten sonra da Ankaragücü’nün Ç.Rizespor ve Başakşehir karşılaşmalarını rahat bir gözle izleme fırsatı yakaladım.
Ankaragücü, sadece tesadüflerle maç kazanır!
Özellikle son iki maçta izlediğim oyun anlayışı ve taktik disiplinden çok memnun kaldığımı söyleyemem. Ligin sonuncusu Rize ve lideri Başakşehir karşısında da aynı oyun sergilendi. İki maçta da kendi yarı sahasında oyunu kabul eden ve sadece kontra ataklarla pozisyona girmeye çalışan bir takım hüviyeti vardı. Hızlı atağa çıkma düşüncesi ile hareket edildiği düşündüğüm son iki maçta; bu çalışma biçimi sahaya yansıtılamayınca kendi sahasına mahkum bir Ankaragücü izlemek zorunda kaldık. Açıkça söylemem gerekirse Süper Lig'de bu oyun anlayışı ile maç kazanmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu oyun anlayışı değişmediği sürece Ankaragücü, sadece tesadüflerle maç kazanır. Bu da Ankaragücü’nün tarihine ve geçmişine yakışan bir durum olmaz.
Ankaragücü’nün sezon başından beri birçok sıkıntıyla mücadele ettiğini ve başa çıkmaya çalıştığını yakından biliyorum. Ankaragücü’nün Ankara’da yıllardır süre gelen ve bir türlü çözüme kavuşmayan stat sorunu nedeniyle son haftalardaki her maçını deplasmanda oynamak zorunda kalması, öncelikle Ankara’yı yönetenlerin üzerine alması ve üzülmesi gereken konulardan biridir. Cumhuriyetin Başkentine yapılan bu acımasız tutum, yıllarca unutulmayacak. Neyse bu konuyu başka zaman uzunca yazarım.
Sarı kart bile görmüyorsan…
Şimdilik konumuza geri gelecek olursak; bunca dert ve sıkıntı karşısında Ankaragücü oyuncularının özellikle 4 haftada gereken cevabı verdiğini düşünmüyorum. Bu cevap, sahada gösterilecek sağlam mücadele karşılığında gösterilecek isyan ile olurdu. Aslında en üzüldüğüm nokta ise buydu. 1970’li yıllarda dillerden düşmeyen ‘Bastır Ankaragücü’ şarkısında olduğu gibi “Bütün zorluklara karşı Bastır Ankaragücü” denip sahada gerekli olan özveri gösterilmediği için üzgünüm. Öyle ki, saha içinde gösterilmesi gereken hırçınlığın karşısında oluşacak sert bir faul bile yapılmadı. Lider bir takıma karşı oynayıp bir tane sarı kart bile görmüyorsan burada bence bir sıkıntı var demektir. Benim şu dönemdeki parametrelerim bunlar. Tabiki sert faulleri desteklemiyorum ama bazen şartlar seni oraya götürür.
Şu şartlarda bu sezon ligde kalındığı takdirde bunu başarı olarak görecek miyiz? Bu kadar maddi problemle uğraşan ve lige yıllar sonra çıkmış bir takım için tabi ki başarı diyeceğiz. Bu başarıya ulaşmak için 15. hafta sonunda alınan 20 puana güvenmek doğru olmaz. Alttaki takımların galibiyet alarak geldiğini de unutmamak lazım. İlk yarı bitene kadar oynanacak iki maçta, o gerekli olan isyan duruşunu oyuncuların göstermesi şart. Şu an herhangi bir taktik anlayışını sahaya yansıtmak pek mümkün görünmüyor. O yüzden oyuncu değerlendirmelerine girmiyorum. Bu geçici kaos ortamından kurtulmanın tek bir çözümü var. O da, gerekli olan Ankaragücü ruhunun sahaya yansıtılmasından geçiyor.
Bunlar çok özel durumlar ancak…
Ankaragücü Teknik Direktörü İsmail Kartal’a bu takıma yaşattıkları sayesinde kendisine duyduğum sevgi ve saygı inanılmaz bir boyutta. Hatta kendisiyle uzun süreli sözleşmeler yapılması gerektiğini aylardır savunan birisiyim. Hatta Eryaman Stadyumu ziyareti sırasında tabir-i caizse çimlerin durumunu öğrenmek toprağı koklayan İsmail Kartal’ın, Ankaragücü’nün geleceği ile bire bir ilgilendiği de ortaya konan bir gerçek. İsmail Kartal’ı buna benzer birçok özelliği ile bu takım için uygun bir isim olduğunu anlatabiliriz. Ankaragücü taraftarlarının, teknik direktörlerle pek arası iyi değildir fakat İsmail Kartal’a karşı çok iyi derecede aidiyet besleyip kendisini benimsemiştir. Bunlar çok özel durumlar ancak İsmail Kartal’ın Başakşehir maçı ardından yaptığı açıklamaları pek gerçekçi bulmadım. Özellikle, “Strateji olarak bugün istediğimizi yaptık ama sadece şanssız bir gol yedik” demeci, hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyordu. Eğer istenilen oyun buysa, ‘Geri kalan haftalarda vay halimize!’ yorumunu yaparız ki, o yüzden bu camianın ‘Sir’ olarak lakap taktığı İsmail Kartal’ın yaptığı bu açıklamanın yanlış lanse edildiğini düşünüyorum.
Devre arasının bitmesine sadece 2 hafta kaldı. Liglerin tatile gireceği o dönemde Başkan Yiğiner ve yönetimine de büyük işler düşüyor. Geçen sene devre arasında transfere gidecek maddi kaynağı, mevcut oyunculara dağıtıp öncelikle iç huzur sağlanmaya çalışılmıştı. O dönem için mantıklı bir hareketti ve şampiyonluk da beraberinde gelmişti. Doğru bir benzetme olursa, bu seneki şampiyonluğa ulaşmanın karşılığı ligde kalmak ile ölçülecek. O sebeple yönetimin yapacağı ilk iş, oluşturulacak bir maddi kaynakla futbol ailesinin alacaklarını ödeyip oyuncuların takımdan ayrılmasını önlemek ile olacaktır. Bu takımın iskelet kadrosunu oluşturan herhangi bir oyuncu, devre arasında takımdan ayrılırsa sezon sonunda bedeli çok ağır olarak ödenir. Kısa vadede yani 45 günlük süreçte, takımın maddi anlamda mutluluğu sağlanırsa belki transfere de gerek kalmaz!