Gençlerbirliği’nin son kırk yılda yaşadığı en büyük trajediyi yaşıyoruz beraber… Süreci başından alalım. Kabul etmemiz gereken ilk gerçek, ömrünün ve başkanlığının son on senesini büyük hatalarla geçiren İlhan Cavcav’ın bıraktığı kötü durumdaki takımın, kendi öz oğlu ve bir piyasa sansarı tarafından batırılışına şahit olduk. Son dönemde Gençlerbirliği hakkında çıkan bütün yazıları okuyorum, bütün konuşmaları dinliyorum ve bütün tv programlarını dikkatle izliyorum. Edindiğim izlenim şu: İstanbul basını denilen teraneci tayfasının hiçbir şeyden zaten haberi yok. Onların nezdinde en çok konuşan hep en haklı, yeter ki o rezil spor programları izlensin. Ankara basınının en büyük sorunu ciddiyet, zaten büyük kısmı kendi çıkarlarına göre hareket ediyor. Aralarında tüm felsefesi “Arif Ölmez düşmanlığı” olanlarını bile bulabiliyorsunuz. Ajanslar ise muhabirin keyfine göre pozisyon alıyor, mesela en bilindiklerinin biri, camia içinde de Gençlerbirlikli bilinir bu arkadaş, kişisel ilişkilerini geliştirmek adına bu dönemde çok kötü bir sınav verdi. Basında durum bu, ülkenin halinde aldıkları tavır gibi, bu konuda da durumları içler acısı… Bir muhalefet ekibi çıktı ortaya, bir umut olmalarını umuyorum. Mevcut yönetimin hatalarını da iyi anlatıyorlar aslında, ancak onlar da camianın ve kamuoyunu gözeterek, doğruları kısmen dile getiriyorlar. İlhan Cavcav’ı kutsallaştırıp, oğlunu indireceklerini düşünecek kadar olaya uzaklar. Yani hiç kimse çıkıp, bütün yaşadığımız sorunların altında, geçen sene toprağa verdiğimiz İlhan Cavcav olduğunu söyleyemiyor. O zaman ben söyleyeyim, bugün yaşadıklarımızın baş sorumlusu İlhan Cavcav!
İkinci sırada aslında mevcut başkan ve yönetim kurulunun gelmesi lazım… Ancak, hiçliği eleştiremeyiz. Hiçbir etkisi olmayan bir başkan ve bu başkan tarafından hiçbir yetki verilmemiş bir yönetim kurulu…On yaşında bir çocuğu başkanlık koltuğuna oturtsak, bütün yetkileri versek ve “hadi bu kulübü yönet” desek, sonuç hüsran olduğunda, çocuk mu yoksa çocuğu hiç hak etmediği halde Gençlerbirliği Başkanı yapan sistemi mi eleştirmeliyiz? Peki bu sistemi kuran, bu çocuğu başkan yapan kim? Yıllardan beri Gençlerbirliği’nde birazcık parlayan yöneticileri takımdan tek tek uzaklaştıran kim? O zaman ikinci sıraya da İlhan Cavcav’ı koyuyorum.
İlk iki paragrafı yaşadığımız bu trajedinin nedenlerine ayırdıktan sonra sonucu açıklıyorum, sonuç Ümit Özat! Ancak milyonlarca hatanın bir araya gelişiyle oluşabilecek bir doğa olayı, bir facia olarak, Gençlerbirliği’nin başına “Ümit Özat” geldi. Kulüpte bütün yetkileri ele geçiren, sosyal medya hesaplarını kendi blogu gibi kullanan, futbolcuları hiçbir kriter gözetmeden kulüpten gönderen ya da transfer eden, aynı futbolcuları dünyada eşi benzeri görülmemiş bir ciddiyetsizlik ve çirkinlikle futboldan soğutan, bir futbol felaketi! Kulübü öyle etkisi altına aldı ki, ligin bitmesine haftalar kala takım hem mental, hem fiziksel olarak SOS verirken, kimse çıkıp “arkadaş sen ne yapıyorsun?” diyemedi. Futbolcuların ve çalışanların muhtemelen tamamı kendisinden nefret ederken hiç kimse durumu anlatacak bir “makam” bulamadı. Bir yandan Gençlerbirliği’nin ekonomik ve sportif felakete sürüklerken, öte taraftan camianın en büyük mirası olan saygınlığını, onunla bununla kavga ederek, havalimanında taraftarlara saldırarak tüketti. O eşsiz sırıtmasıyla “Başkanımız sağolsun istediğim tüm transferleri yaptı” derken sportif başarıyı değil, bireysel gücünü tüm futbol dünyasına duyurmaya çalışıyor gibiydi... Duyurduğu gibi Gençlerbirliği tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir yetkiyle, kendi deyimiyle kendi kurduğu takımla, Gençlerbirliği tarihinin en acı sezonunu bize yaşattı. Ben tabi ki Ümit Özat’ı eleştirmeyeceğim, bir hastalığa yakalanırsanız sizi hasta eden virüsü eleştiremezsiniz çünkü! O yüzden paragrafın başında da kendisinden bir neden değil, sonuç olarak bahsediyorum. Bütün Gençlerbirliği sevenlere söylüyorum, Ümit Özat’ı unutmayın, Ümit Özat’ı bu kulübe hoca olarak getirenleri unutmayın! Ümit Özat’ı takımın başında “düşsek de kalsak da Ümit Özat” diyerek tutanları asla unutmayın!