İlhan Cavcav başkanlığının yükseliş döneminde 'başaltı takımı' diye anılan Gençlerbirliği neden artık sadece 'kümede kalmaya' oynuyor? Gençlerbirliği'nin başarısızlığı sadece sportif mi? Bu durumdan çıkış yolu nasıl olmalı?
YÜKSELİŞ
İlhan Cavcav’ın yaklaşık 39 yıl süren Gençlerbirliği yönetiminin zirve noktası, parasızlıktan ötürü ayakta durmakta zorlanan Anadolu takımlarına dahiyane bir çözüm bulmasıyla başladı. İnce eleyip sık dokunarak keşfedilen genç ve yetenekli oyuncular, Gençlerbirliği’nin başaltı takımı olmasının yarattığı albeniyle transfer ediliyor, görsel ve yazılı basının önem verdiği tek “eğlence” olan Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray maçlarında sahneye çıkartılıyor ve sezon sonu bu kulüplerden birine “güzel” rakamlara satılıyordu.
Bu sayede kulüp bir yandan isim yapıyor, bir yandan da genç yeteneklere göz kırparak döngüyü devam ettirerek ayakta kalmayı başarıyordu. Cavcav’ın Gençlerbirliği kariyerinin pik yapmasını sağlayan isim, ilginç bir inatlaşma sonucunda, Fenerbahçe’ye 2,5 milyon Dolara, o günler için oldukça yüksek bir rakama, transfer olan Tarık Daşgün’dü.
Kulübün transferlere çok fazla ve pozitif mesai harcadığı bu dönemin sportif anlamda zirvesi ise, 37 yıl aradan sonra kulübün lig tarihinde ikinci kez üçüncü olduğu, 2 kez üst üste Türkiye Kupası finali oynadığı ve UEFA Kupası’nda son 16’ya kaldığı 2002-2004 yıllarıydı.
DURAKLAMA
Zirve noktasının ardından “şöhreti” üzerinde tutamayan ve bocalamaya başlayan kırmızı-siyahlılar, özellikle yanlış teknik adam tercihleri ve bunun futbolculara kötü yansımalarıyla birlikte gün geçtikçe sıradanlaşmaya başladı. Böylece İlhan Cavcav’ın yükseliş devri sona erip duraklama dönemi başlamış oldu.
2004-2006 yılları arasında Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olan Levent Bıçakcı’nın, naklen yayın gelirlerini Anadolu takımları lehine daha adaletli bir şekilde dağıtmaya başlayacak adımlar atması ve “puana para” diye adlandırılan Süper Lig’deki maçlarda galibiyet ve beraberliğe, 2010-11’de galibiyete 750 bin TL (500 bin Dolar), beraberliğe 375 bin TL (250 bin Dolar), 2017-18 sezonunda galibiyete 2 Milyon TL (670 bin Dolar) ve beraberliğe 1 Milyon TL (375 bin Dolar), prim verilmeye başlanmasıyla birlikte Türkiye futbol tarihinin olduğu kadar Gençlerbirliği’nin de kaderi değişmeye başladı.
Kulübün kurumsallaşması ve gençleştirilmesi gerektiğini savunan ve bu konuda adımlar atılmasına rağmen, Karşıyaka’ya giderken “taraftarı olan bir kulübe gittiğim için mutluyum” gibi acayip bir cümle kuran eski Genel Menajer Cem Onuk’un, Cavcav tarafından yeniden göreve getirilmesine karşı çıkan Atilla Aytek’in 2006 seçimlerinde başkan adayı olması ve yaşanan “naylon üye” skandalının ardından, Cavcav’ın bir kere daha başkan seçilmesi ve ilk hamlede muhalif sesleri ebediyen sindirmek için üyeliklerinin silinmesiyle birlikte duraklama dönemi kapanarak çöküş dönemine girildi.
ÇÖKÜŞ
2007-2008 sezonunda Gençlerbirliği’nin altyapı takımı ASAŞ/OFTAŞ’ın çok büyük bir başarıya imza atarak mütevazı kadrosuyla en üst lige çıkması, ilginç bir şekilde, kulübün çöküş dönemine adım atmasını sağladı. OFTAŞ/Hacettepe’nin Süper Lig’de yer aldığı 2007-2009 sezonlarında rekor sayıda transfer yapıldı ve Hacettepe’nin düşüşünün ardından da bir sürü oyuncu doğal olarak elde kaldı.
Levent Bıçakcı’nın daha kaliteli bir futbol ligi hayal ederek Anadolu takımlarına kazandırdığı gelirlerin yıllar geçtikçe artmasıyla, Gençlerbirliği için 2007-08 sezonunda 8 milyon TL iken 2016-17 sezonunda 63 milyon TL, doğru orantılı olarak Gençlerbirliği’nin yaptığı transfer sayıları artmaya ancak oyuncu kaliteleri her geçen gün daha da düşmeye başladı.
Bu süre zarfında, hiç dillendirilmese de, her sezon tek amaç “kümede kalmak” olarak belirlendi. 2007-08 sezonundan bu yana lig tablosunda 8’incilikten yukarıya çıkılamaması, sürekli “batık” transferler yapılması ve her sezon, kulübün gelir hanesindeki tüm paranın tüketilmesi yetmiyor gibi, İlhan Cavcav’ın yükseliş döneminde verdiği röportajlarda övünerek defalarca dile getirdiği, “kötü günler için bankada bulunan 25 milyon Dolar” bile suyunu çekmeye başladı.
Aslında bu kötü bir kısır döngüydü; sezon arası ya da sonu eldeki iyi oyuncular vizyonsuzluktan ya da parasal nedenlerden ötürü koşarcasına başka kulüplere gidiyor veya bir sonraki sezon “buharlaşan paralar kolonu”na eklenecek bir başka kalem olarak, satılıyor; kötü oyuncular, gerekirse tazminat ödenerek gönderiliyor, yerlerine, çoğu “soru işareti” olan, bir sürü futbolcu alınıyor; fazla transfer nedeniyle altyapının önü tıkanıyor; lige kötü başlayınca devre arasında “kurtarıcı” takviyeler yapılıyor ve sezon sonunda kümede kalınca yapılanların hepsi aklanarak yeni sezona paragrafın başından yeniden başlanıyordu.
Bu konuda tek istisna, yine çok fazla transfer yapılıp oldukça kötü geçen bir sezonun ardından İlhan Cavcav’ın “çok transfer yapmayalım!” uyarısıyla altyapıdan Ahmet Çalık, İrfan Can Kahveci, Ahmet Oğuz ve Uğur Çiftçi’nin as kadroya alınıp uzun süre forma şansı bulmasıydı. Zaten uzunca bir aradan sonra 2016-17 sezonunda kulübe para kazandıran futbolcu satışının aktörlerinin de bu oyunculardan ikisi olması düşündürücüdür.
Yükseliş döneminde “başaltı takımı” ilan edilen Gençlerbirliği’nin gün geçtikçe “küme düşmeyen takım” konumuna gerilemesi, sezonun son haftasında başka bir maçta atılan golle kümede kalması ya da bu sezon da olduğu gibi, her sezon “lig tarihinin en kötü başlangıcı”na imzasını atmasına rağmen kulüp yönetimi, sezon sonu kümede kalındığı için hep 3 maymunu oynadı.
UZATMALAR
Eleştirmenin, muhalif olmanın, “hainlik” ya da “yok edilmek” anlamına geldiği, adeta yasaklandığı 2006’dan bu yana Gençlerbirliği, her açıdan “değer” kaybetti. Ümit Özat’ın teknik direktörlük koltuğunda oturduğu süre boyunca, “iyi futbolcu olsalar Gençlerbirliği’ne gelmezlerdi” ya da Süper Lig’de elde edilebilecek bir beraberlik primi kadar farkla Osmanlıspor’a giden Serdar Gürler için, “Serdar’ı Gençlerbirliği’nin tutması mümkün değil; o daha iyi yerlere layık” türevinde sözleri, yükseliş devrinde Anadolu takımlarında göz kestirilen tüm yetenekli gençlerin koşarcasına imza attığı kulübün, içinde bulunduğu değer kaybını en iyi şekilde gözler önüne seriyordu. Bu arada Bıçakcı’nın işaretini doğru anlayan birçok Anadolu takımı başaltı olma yolunda Üsküdar’ı geçmişti bile.
Gençlerbirliği’nin 2013 yıl sonunda “kötü günler için bankada” 78 milyon TL’si bulunurken bu rakam 2017 Şubat’ında 50 Milyon TL oldu. Kulübün sadece yayın gelirlerinden, 2015-16 döneminde 46 milyon ve 2016-17 sezonunda 63 milyon TL aldığını görüp, İlhan Cavcav’ın yıllarca övünerek anlattığı ve zamanında kulübün dişiyle tırnağıyla bir köşeye attığı paranın sadece bir sezonluk yayın gelirinden geldiğini fark edince, taraftarın aklına, “hiçbir sportif başarının olmadığı ve yapılan hiçbir transferin heyecanlandırmadığı son 10 sezonda paralar nereye gitti?” sorusunu getiriyor.
İlhan Cavcav’ın vefatından sonra başa gelen Murat Cavcav’ın da benzer bir şekilde yönetim sergilemesi, 2006’da kurumsallaşma yolunda büyük bir darbe yiyen kulüpte sorunun artık kronikleştiğini ve kulübün artık “uzatmaları” oynadığını gözler önüne seriyor.
Ama ya sonra? Batıp gidecek mi? Yoksa toparlanmak üzere düşecek mi?
Bekleyip göreceğiz ama günümüz futbol sisteminde Gençlerbirliği gibi kulüplerin tek kurtuluş yolunun; yönetim kanadının ivedi bir şekilde kurumsallaşma ve şeffaflık adına adımlar atması, ardından da kulüp hedefini, “futbolcu satmak değil sportif başarı elde etmek” olarak revize edip, yükseliş dönemindeki “geleneklere” geri dönerek, balon transferlere harcanan paranın genç ve yetenekli oyuncu bulma/yetiştirme amacıyla altyapıyı canlandırmak ve as kadro ile organik ve sürekli bir bağ kurmak için kullanılması olduğunu görmek bu kadar zor mu?