Ankaragücü taraftarı bu şehrin cefakarlarıdır.
Bu şehrin zor şartlarda çalışan emekçileri, zor şartlarda yaşayan insanlarıdır Ankaragüçlüler.
Hayatlarında tutunacakları tek dalları Ankaragücü’dür.
Takımları ezilmiştir, sahipsizdir.
Şehrin yöneticilerinin tarumar ettiği bir kulübe büyük bir aşk ile sarılmaları, 2.ligde bile on binlerce kişiye oynaması bundandır.
Bir çoğunun sahip olduğu bir evi bile yoktur ama kocaman aşkları vardır. Ona sahip çıkmak için didinirler yıllardır.
“Eyvallah” ları yoktur.
Etmeleri için nedenleri de yoktur zaten.
5-6 sene öncesinde Beşiktaş’a kafa tutan Ankaragücü, bugün 2 alt ligde Kastamonu’ya yenilirken kime neden “Eyvallah” diyeceklerdir ki?
Fazla gri bölgeleri de yoktur.
Ya seviyorlardır ya sevmiyorlardır.
Ama vefalıdırlar.
Kendilerine yapılan iyiliği de unutmazlar kötülüğü de...
Yapılan iyiliklerin başlarına kakılmasını da pek sevmezler onun için...
Futbolun kendisinden çok Ankaragücü’nü severler...
“Ankaragücü yoksa futbolun da bir anlamı yoktur” onlar için...
Bir topun peşinde 22 adamın koştuğu bir oyunu sevmelerinin en büyük nedeni o oyundaki 11 adamın Ankaragücü forması ile sahada olmasıdır.
Formül bu kadar basittir.
Maç içindeki futbolu maç sonrası çok sorgulamazlar.
Önemli olan kazanmış olmaktır. Oynanan futbol kötü bile olsa kazanılan 3 puan, bir babanın o gün evine ekmek götürebilmesi gibi mutlu eder Ankaragüçlüleri.
Sahadaki futbolun kötü olduğunu sorgulayan gazetecilere bile kızarlar yeri gelince.
“Kazanmışız işte neden neşemize neden limon sıkmak istiyorsunuz” derler...
Biz yerel gazeteciler de taraftarın bu hassasiyetini bilerek kalemimizi sallarız.
Tepkiden, korkmaktan çok onların tabiri ile “Neşelerine limon sıkmamak” için kelimeleri daha doğru seçmeye çalışırız.
Ama en sert eleştirileri yapan bir adam bile olsan 19 Mayıs Stadyumu’nda her tribüne gönül rahatlığı ile girer, maçı seyredebilirsin.
Bilirsin ki Ankaragücü taraftarı tepkili de olsa misafiri olana kötü davranmaz. Dostça uzatılmış bir eli bükmezler.
Ankaralı olduğu için Seymen, Hacettepe ruhundan geldikleri için kabadayıdırlar.
Külhanbeylik değildir Ankaragücü taraftarının yaptığı. Yeri gelince racon da kesmeyi bilir yeri gelince ceza da....
Vefalıdır dedim ya. Boşa demedim. Veli amcasını da unutmaz, şehit taraftarlarını da.
Pek çoğu Ankaralı olmasa da Ankara’ya yerleşmiş, Ankaralı olmuş, Ankara’nın değerlerine sahip çıkmışlardır.
Ankaragücü sayesinde Ankaralı olmuşlardır hatta. Ankaralı olduğunu hissetmiştir bazıları Ankaragücü sayesinde.
O şehirli olmak için o şehrin takımını da tutmak yazılı olmayan kurallardandır...
Gençlerbirliği taraftarı ile bir dertleri yoktur.
Yıllarca birlikte maç izlemiş, birlikte sevinmiş, birlikte üzülmüşlerdir.
Atışsalar da bazen bir hoca yüzünden kavga da etseler bu şehrin öz kardeşleridir.
Yaş bakımından, sayıca çok olmaktan kendilerini şehrin “Abisi” olarak görürler.
Gençlerbirliği taraftarı da pek rahatsız olmaz bu durumdan.
Birbirlerini yok saymazlar. Lafla atışırlar en fazla.
Kavgası, gürültüsü olmaz.
Şehrin iki yakasının iki ayrı çocuğudur Ankaragücü ile Gençlerbirliği.
Ankaragücü ailenin çalışan abisi. Gençlerbirliği okumuş çocuğu gibi...
Ankara Demirspor’u da Etimesgut Belediyespor’u da severler.
Telekom maçına da giderler, Halkbank maçına da.
Bazen grup olarak giderler, bazen birey olarak.
Ama orada olurlar.
Hiçbir zaman bir Ankara takımına karşı başka şehrin takımını tutmazlar. (Bursa maçları hariç)
Osmanlıspor ve türevlerini Ankaralı olarak görmezler.
Yapmacık gelir onlara. Samimi gelmez.
Yapmacık takımların sözde başarılarından onun için keyif almazlar. “Ankaragücü varken bunların oralarda ne işleri var” diye içlerinden geçirirler.
Başarıya açtır Ankaragücü taraftarı...
Tribündeki taraftarların büyük bir kısmının hayatta bile olmadığı 1981’de Bolu’da aldığı Türkiye kupasının üzerine bir başarı görmek isterler. “Biz göremedik bari çocuklarımız görsün” diye dua eder orta yaş üstü olanları...
Bu başarı açlığı ile bazen hata da yaptırır.
Karşı kıyıdaki güzel günler için sırtlarında akrep bile taşırlar. Akrep’in doğası gereği onu sokacağını tahmin etmelerine rağmen bir umutla sırtlarına alırlar ‘akrep’i...
Denizin ortasında akrep sokar. Geldiği kıyıya doğru tekrar kulaç atmaya çalışırlar ama artık çok geçtir. Dev dalgalara karşı mücadele etmesi gerekir.
“Denize düşen yılana sarılır” misali batmamak için ne buldularsa sarıldılar...
Doğanın kanunu gibidir Ankaragücü’nün yaşadıkları...
Hele son 7 yılda yaşadıkları ilgili film çekilse “Dram” dalında Oscar, kitap yazılsa Nobel alır...
Bu kadar başarısızlığa, zorluğa rağmen çocuğu "Dayısına uymasın, Ankaragüçlü olsun" diye uğraşır...
Çocuğunun Ankaragüçlü olması, büyüyünce birlikte maça gitmesi en büyük hayallerindendir.
Kendi solcu, oğlu milliyetçi olabilir. Gayet iyi anlaşabilirler. Bu durumu gayet demokratik bir şekilde sindirebilir.
Ama o çocuk Fenerbahçeli olamaz. Onu sindiremez işte...
O konuda demokrasi işlemez...
“Böl, yönet” taktiği Ankaragücü’nde işlemez.
15 tane farklı tribün grubu da olsa birinin başına bir şey geldiğinde hepsi bir olmayı becermiştir.
Yazılı olmayan bu kurala uymayan tribün grupları en güçlü olduğu zaman bir bakar ki yok olmuş.
İsim vermeye gerek yok. Hafızaları tazeleyin hemen anlayacaksınız neden bahsettiğimi...
Bir köşe yazısı ile bu camianın tüm şifrelerini anlatmamı beklemeyin. Mümkün değil zaten.
Bir kaç saatte aklıma gelenleri kaleme aldım o kadar.
Şimdi asıl konuya gelelim. Peki ben bunu neden yazdım?
Hemen anlatayım.
Ankaragücü taraftarını anlamak için bu analizleri doğru yapmak gerekiyor...
Çünkü Ankaragücü taraftarını anlamadan Ankaragücü yazıp çizersen, yönetmeyi denersen bocalarsın.
4 senedir Ankaragücü’nü yöneten Ankaragücü yönetimi gibi bocalarsın.
Kastamonu maçı sonrası Yiğiner’in açıklamalarını okuduğumda 4 yıldır bu kulübün başkanı olmasına rağmen yönettiği camiayı hiç tanıyamadığına kanaat getirdim.
Taraftar ile kavga ederek, her kötü sonuçtan sonra gelebilecek en ufak protestoda taraftara “Çapulçu, avantacı, küfürbaz” diyerek, maça girişlerini engelleme tehdidi savurarak bu kulübün şampiyon olamayacağı artık fark edilmeli.
3 maçta 3 galibiyet aldığında da, peş peşe 3 maçı kaybettiğinde de, geçen hafta liderken de aynı şeyleri söyledim.
Camia "bir olmadan" bu başarı gelmez...
Bunu artık anlayın.
Kavgayı, gürültüyü, tehdidi, camiayı 3-5 çapulcu ve diğerleri diye ayırmayı bırakıp sahiplenmek gerekiyor. Her ayrıştırıcı açıklama; tüm taraftarın yönetime doğru cepheleşmesine neden olduğunu artık fark edilmeli.
Bu doğru yol değil.
O açıklamalar ile günlük mağlubiyetlerin belki üstünü örtmeyi, belki futbolculara ve teknik heyete moral vermeyi deniyor olabilirsiniz ama
Kutuplaştırıyorsunuz...
Her kutuplaştırıcı ve öfke dolu açıklama kulübü hedeften bir adım daha uzaklaştırıyorsunuz.
Yönetimi sevsin ya da sevmesin hiç bir Ankaragüçlü içinden bile olsa “Yiğiner ve yönetimi varken başarı gelmesin” demez. Bunu Ankaragücü’nü seven kimse aklından bile geçirmez.
Bu açıklamalar ve sözler ile yavaş yavaş bu cümlelerin kurulmasına neden olursunuz. Bunu istiyor olamazsınız...
Bu sene de başarılı olamazsanız yaşanacak hayal kırıklıklarını telafi edemezsiniz. Size duyulan güveni ve ümidi tamamen kaybedebebilirsiniz.
Bunu bilerek çalışmak zorundasınız. Taraftar ile kavga ederek kulüp yönetmek yerine taraftarsız bir kulüpte de başkan olabilirdiniz. Ama sizi Ankaragücü başkanı olmaya iten nedenin bu büyük camia olduğunu bence hatırlamalısınız.
Ligin 15’inci sırasındaki takıma 15 bin kişi önünde yenilmiş, liderlikten olmuş bir kulübün taraftarının maç sonrası “Gözlemci raporlarına bile girmeyecek” bir bağırışı nedeni ile sayfalarca açıklama yapmak yerine “Taraftarımızı bugün biraz üzdük. Bu bir yol kazası sayılsın. Oyuncularıma güveniyorum, önümüzdeki maçlarda aslanlar gibi mücadele edip bu kaybı telafi ederek liderliği tekrar kucaklayacaklardır” deseniz, ikinci yarıda yenik durumdaki, maç sonrası 2 farklı yenilmiş takımı tribünlere çağırıp alkışlayan taraftarların gönlünü alabilirdirdiniz.
Ama tam tersini yaptınız.
Ortada bir suç varmış gibi, sanki suç bastırıyormuş gibi, hakem hatası ile maç kaybetmişsiniz de maç sonrası sinirle federasyona, hakemlere saydırıyormuş gibi yine taraftara yüklendiniz.
Geçen senelerde yaptığı hatalardan bir benzerine daha imza attınız.
Ankaragücü taraftarı ile belki de en rahat anlaşabilecek bir başkan ve yönetimin ortak müşterek olan Ankaragücü noktasında buluşmak yerine savaşmayı tercih etmesini şaşkınlık ile izliyorum.
Ankaragücü’nde ortamın gerilmesinden rakip kulüpler hariç kim mutlu olur anlamaya çalışıyorum.
Anlayamıyorum..
Bir neden bulmaya çalışıyorum.
Bulamıyorum....
Sülalesinin tamamı Ankaragüçlü olan, 5 yaşından itibaren neredeyse tüm iç saha maçlarına gitmiş olan benim anlayamadığım bu noktayı biri açıklayabilirse çok sevinirim. Ankaragücü maçlarına son 5 senedir gelen biri bile olsa olur...