Tanıl ve Necdet Abilerle televizyon başına kurulduğumuzda kalede Hopf yerine Ferhat Kaplan’ın yer aldığını ve hem Stancu, hem de El Kabir’in listede dahi olmadığını öğrenince beklentilerimiz bir anda yerle bir oldu.
Türkiye normallerine göre, hiçbir hedefi kalmamış bir takımla, bir önceki hafta şampiyonluk umutlarını rafa kaldırmış bir takımın mücadelesi olsa olsa gazozuna mücadele olurdu, öyle de oldu. Ama taraftar olarak bizler, rakip ve takımın içinde bulunduğu durumdan bağımsız olarak Gençlerbirliği’nin tüm maçlarına kazanmak için aynı ciddiyetle çıkmasını bekliyoruz. Çünkü alınacak her galibiyet ya da sahada sergilenecek olan güzel oyun camianın morallerini yükseltmeye yetiyor. Hele bir de rakip lig tarihi boyunca deplasmanda sadece 3 kez yendiğimiz Fenerbahçe ise, alınacak bir galibiyet bomboş geçen sezonda bir nebze olsun taraftarların yüzlerinin gülmesini imkân tanıyacaktı.
Oysa birkaç futbolcu hariç maçın başından itibaren “bitse de gitsek” tadında mücadele veren Fenerbahçe’den oldukça kötü iki gol yedek. Bunlardan ikincisi kalecimizin hava topuna çıkmak yerine kale direklerinde beklemeyi tercih etmesinden meydana geldi ki, oldukça can sıkıcıydı. Bu golden birkaç dakika sonra benzer bir pozisyonda bu sefer Alkaralar serbest vuruş kullandı ve yediğimiz goldeki gibi arkaya aşırtılan topu kaleci, tam da yapması gerektiği gibi, yükselip elleri arasına aldı.
Maç boyunca Gençlerbirliği didinip durdu ama ne Djalma, Sivasspor maçından önceki haftalardaki gibi oynayan Djalma idi, ne de oyunu yönlendirip pozisyon yaratabilecek Hleb gibi bir oyun kurucumuz vardı.
Kısacası aklı maçta olmayan bir rakip karşısında derli toplu oynayamadan ve kötü goller yiyerek sahadan yenilgiyle ayrıldık ve boş sezona bir boş halka daha ekledik!