Gençlerbirliği – Galatasaray maçından yeni çıkmıştım.
Gençlik Parkının yanından geçerken gelen sesi önce gök gürültüsü sandım.
Polislerin birden sirenleri çalıştırması ile duyduğumuz sesin gök gürültüsü değil yine şehrin merkezinde patlayan bir bomba olduğunu fark ettim.
10 Ekim’de Gar’ın önünde patlayan bombaların sadece 100 metre uzağındaydım.
Aklıma maçtan çıkıp Kızılay’a giden arkadaşlarım, gözümün önüne Gar faciası sonrası görüntüler geldi.
Eve ulaşana kadar yayın yasağı gelmiş, internetin boğazı sıkılmıştı.
Patlama ile ilgili detayları internetten okumaya çalışırken Gençlerbirliği tribünlerinden Elvin Buğra Arslan’ın da Kızılay’da olduğunu, patlama sonrasında da kendisinden haber alınamadığını öğrendim.
Sosyal Medyada Buğra’nın fotoğrafları dolaşmaya başladı.
Sabah da Adli Tıp tarafından yayınlanan vefat edenler listesinde adı ile karşılaştım.
Çok canım acıdı…
Daha şoku üzerimden atamamışken Ankaragücü tribünlerinden tanıdığım, Elvin Buğra’nın okuldan arkadaşı Nevzat Topçu’nun twitterdan gönderdiği mesaj ilk tokatı attı.
“Elvin, mezarına Gençlerbirliği forması ile gömülmek istiyordu. Yardımcı ol abi” diyordu.
Daha ne yapabileceğimi bile düşünmeden okuldan başka bir arkadaşından gelen telefon ikinci tokat oldu bana.
“Abi senin yazılarını okuyordu. Seni çok seviyordu. Gençlerbirliği taraftarları ile konuş, cenazesine onlar da gelsinler” diyordu.
Ağlaya ağlaya Meriç (Enercan) abiyi aradığımı hatırlıyorum. Ne anlattığım ile ilgili en ufak bir fikrim yok.
Normal ölümlerde bile başsağlığı mesajı dilerken zorlanan ben, daha 19 yaşında pırıl pırıl bir çocuğun ölümünü nasıl bir haber ile duyurabilirdim ki?
Elim titreye titreye bir şeyler yazdım.
Ardından Gençlerbirliği Asbaşkanı Arif Ölmez’i aradım.
“Ne gerekiyorsa yapacağız Bülent” dedi. “Cenazesinde de yer alacağız, taziyeye de gideceğiz.”
“Forma” dedim.
“Emrah’a talimat veriyorum, hemen yaptırıyoruz” dedi.
Karşımdaki sesin benim ile aynı hassasiyeti taşıması yüreğimi serinletti.
Ardından Ankaragücü, Elvin için mesaj yayınladı. “Dost ve kardeş kulübümüz Gençlerbirliği’ne başsağlığı diliyoruz” diye. Ankaralı olduğunu, dostluğun ve kardeşliğin hangi şartlarda olursa olsun sürdüğünü gösterdi.
Cenaze namazı için Karşıyaka camisine giderken Gençlerbirliği kaptanı Ahmet Yılmaz Çalık aradı.
“Abi, İrfan ile birlikte yola çıktık, geliyoruz” diye.
Kulüp yöneticisinin konuya gösterdiği hassasiyetin benzerini altyapıdan çıkan futbolculardan da görmek bir su daha serpti yüreğime.
Camiye geldiğimde ise manzara bambaşka idi.
Bırakın normal yaşamı, ortak aşkları Gençlerbirliği için bir araya gelmeyen onlarca taraftar Elvin Buğra için oradaydı.
Yöneticilerden sadece Arif Ölmez’i orada görmeyi beklerken Halil Erkmen, Canpolat Aras, Kulüp İdari Menajeri Emrah Atasoy, Kulüp Basın Biriminden Hakan Karakoca da erken yaşta aramızdan ayrılan bu tertemiz yürek için cenazede yerlerini almışlardı.
Taraftarı, yöneticisi, futbolcusu hep birlikte sırtladılar Elvin’in tabutunu.
Fenerbahçeli babasının “Neden Gençlerbirliği’ni tutuyorsun?” sorusuna “Baba, Gençlerbirliği bambaşka” diyen o çocuk, tabutunda o bambaşka takımın forması ile son yolculuğuna uğurlandı.
Arkadaşlarına “Gençlerbirliği forması ile gömülmek istiyorum” sözleri yerine getirilemese de annesi gözyaşları içinde oğlunun adını taşıyan formayı kucakladı.
Gençlerbirliği, ne kadar büyük bir camia olduğunu Karşıyaka Mezarlığında bu gencecik kardeşimizin cenazesinde herkese gösterdi.
Beni ister Ankaralı bir gazeteci, ister bir taraftar, ister sade bir vatandaş olarak görün fark etmez.
Gençlerbirliği camiasından gurur duydum.
Aradan 5 gün geçti.
Bugün Gençlerbirliği, bu büyük faciadan sonra ilk kez sahaya çıkıyordu.
Futbolcular sırtlarında “Elvin Buğra” yazan tişört ile ısınarak “Unutmadık” mesajı vermişlerdi.
Taraftar arkadaşları da onun fotoğrafı ile birlikte babasına söylediği “Baba, Gençlerbirliği bambaşka” sözünü içeren pankart ile tribünlerde yerlerini almak istedi.
Yaşasaydı tribünde onun ile birlikte “Gençlerbirliği” diye bağıracağı arkadaşları, en azından bir fotoğrafı ile orada olmasını istemişlerdi.
Emniyet Müdür yardımcısı bunu arkadaşlarına çok gördü.
Maçtaki federasyon temsilcisinin izin vermesine, kulüp yöneticilerinin teker teker uğraşıp ikna etmeye çalışmasına rağmen pankartın maça girişine izin vermedi.
Üzerinde hiçbir siyasi, ideolojik bir unsur olmamasına rağmen, hiçbir açıklama bile yapma ihtiyacı hissetmeden “Yok” dedi. “İzin vermiyorum”
“O çocuğu koruyamamanın acısını o pankartta gördüğü için mi” izin vermedi diye düşünmedim dersem yalan olur…
Maç seremonisinde ise Osmanlıspor ise yine kendine yakışanı yaptı.
Rakip kulüpte, yaşadıkları şehirde böyle bir acı yaşanıyor iken “İlhan başkan seni çok özledik” pankartı ile sahaya çıktılar. Normal bir zamanda o pankart ile çıksalar “Ne güzel düşünmüşler” derdim ama bu maça böyle çıkmaları “Absürt komedi” tadında oldu...
Ve Osmanlıspor beni yine şaşırtmadı.
Yıllardır boşa söylemiyorum.
Ankara’nın sadece iki takımı vardır. Bir de Ankara’da ikamet edenleri.
Kötü günde birbirini omuzlayabilen, acısını paylaşabilen sadece bu iki camianın karşılaşmasına derbi denir. Ve Ankaragücü ile Gençlerbirliği tekrar aynı sahada mücadele edene kadar bu şehir için “Derbi” maçları bitmiştir.
Osmanlı Stadında oynanan da “Ankara Derbisi” değildi onun için.
Spor Toto Süper Lig 26. Hafta karşılaşmasıdır sadece...
Herkesin kendine yakışanı yaptığı…