Süper Lig’de 4. kez yer alan ve her sezon öncesi futbol kamuoyu tarafından küme düşme adaylarından biri olarak lanse edilen Akhisar Belediyespor, düşük maliyetli ve isabetli futbolcu transferleri, ısrarlı/istikrarlı bir şekilde arkalarında durdukları, gelecek vadeden teknik direktör seçimleri ve sahada sergilemeye çalıştıkları takım oyunuyla, bugüne kadar birçok sürprize imzasını attı, atmaya da devam ediyor.
İbrahim Üzülmez’in Gençlerbirliği’nde yeniden canlandırmayı başardığı “takım olma” ruhuna yıllardır sahip olan ve bize oldukça benzer bir oyun anlayışını sahaya yansıtan Akhisar’a karşı oynayacağımız maç öncesinde kafamda bir sürü soru işareti dolanıyordu. Maçın daha ilk dakikalarında, cevapların hiç de iç açıcı olmayacağını fark etmeye başladım.
Rakibini karşı sahada karşılayıp oyununu bozma çabası içerisinde olan iki takımdan, başarılı olanı Akhisar’dı. Takımın beyni gibi çalışan Hleb’i ve kanatları çok iyi kapatan, top çıkartan oyunculara baskı uygulayarak afallatmaya çalışan ve Kırmızı-Siyahlılara hiçbir oyun alanı bırakmayan Yeşil-Beyazlılara direnebilen tek kişi Aydın Karabulut’tu.
Akigoların 23’de buldukları golden sonra yakaladığımız tek ciddi pozisyonda, Aydın’ın sağ ayağından çıkan şut, üst direkte patlayıp sahaya geri döndü. Buna karşılık farkı açma yolunda önemli pozisyonlar elde eden Akhisarlıların, ceza alanı içinden peş peşe yaptıkları iki şuta Hopf’un kalede devleşerek “dur” dediği sahneye tribünden tanıklık ederken, hiçbirimizin aklından maçın kırılma anını izlediğimiz geçmiyordu. Çünkü takım ciddi anlamda SOS veriyordu ve tek kurtuluş devrenin sona ermesiydi!
Üzülmez ikinci yarıya Skulason yerine Landel’i sahaya sürdü. Başlama düdüğünün ardından, rakibin skor üstünlüğünü ve konsantre oyun tarzını da düşünerek, toplamda bir iki pozisyon süren, saman alevi kıvamında “baskılı” bir oyun beklediğimiz Alkaralar, çok daha istekli, hırslı ve azimli bir oyun ortaya koymaya başladılar. Bitmek bilmeyen ablukanın ilk meyvesini, bu sezon 3 gol atan ve takıma 7,5 puan kazandıran defans oyuncumuz Kulusic’in ceza alanında düşürülmesi sonucu Stancu’yla yedik ama bu gol takımın baskı şiddetini azalmadı aksine arttırdı. 7 dakika sonra Djalma, Stancu’ya, 3 dakika sonra da Stancu, Djalma’ya “güzellik” yaptı ve 10 dakikada bulunan 3 golle skor 3-1 oldu ve maç koptu!
Elbette o an aklımıza, 2002-2003 sezonunda Gençlerbirliği’nin tempo düşürmeden 20-25 dakika arası süren baskılı oyunu sonucunda kazandığı gollerle rakibini yere serdiği maçlar geliyordu. Bu tam konsantre, istekli ve gol açlığı çeken oyun tarzı, o sezon son haftalara kadar şampiyonluk yarışında kalmamızın en önemli sebeplerinden biriydi. Çünkü o bitmek bilmez hırs ve istek, o sezon üzerimizde oynanan oyunları bilenler çok iyi hatırlayacaklardır ki, çoğu zaman hakemi de etkisiz hale getirmemizi sağlıyordu.
Stancu, Djalma ve özellikle Aydın Karabulut’un devleştiği maç, takımın yönünü yukarıya çevirmesini ve sezon başından bu yana düşme korkusu yaşayan taraftarların sezonu sorgulamaya başlamasını sağladı.
Yıllardır bizlere ölümü gösterip sıtmaya razı eden yönetimimiz sayesinde bu yıl da “sıtmaya” razı olmuş durumdayız. Oysa ilçe takımı diye küçümsenen, “ha düştü ha düşecek” denilen Akhisar’ın, biz gelecek sezonun trenine binmek için arkasında koşuştururken, üçüncülük mücadelesi veriyor olması (elbette anlayana) çok ama çok önemli şeyler anlatmaya yetiyor da artıyor bile!