Cengiz Abi ve Abreg’le birlikte Ankara’dan Rize’ye doğru yola çıkarken maçın öneminden ötürü son derece gergin ve heyecanlıydık. Takımın bu maçı kaybetmesi durumunda takımın içinde bulunduğu girdap daha da büyüyebilir ve bir alt lige düşme yolu bir hayli kısalabilirdi. Çünkü camiada herkes İbrahim Üzülmez’in kaç hafta takımın başında kalacağını tartışmaya başlamıştı bile!
Önce Samsun sonraki gün Rize şeklinde yaptığımız 2 kademeli yolculuğun ardından, Ankara 19 Mayıs Stadı’na 818 kilometre uzaklıktaki Çaykur Didi stadı tribünlerinde yerimizi aldıktan sonra Arif Şen ve doğma büyüme Trabzonlu olmasına rağmen Gençlerbirliği taraftarı olan Fazlı Nas’ın aramıza katılmasıyla maça odaklanmaya başladık.
Hem Gençlerbirliği başında hem de Süper Lig’de ilk maçına çıkan İbrahim Üzülmez, Rizespor karşısına, kalede Hopf, defansta Ahmet Oğuz, Uğur Çiftçi, Ahmet Yılmaz Çalık ve Ante Kulusic, orta sahada Landel, Djalma Campos, sezon sonu saçma bir kararla gönderilen ve devre arasında yeniden takıma eklenen Hleb, yine devre arasında takıma katılan Fenerbahçeli eski oyuncu Selçuk Şahin, Bogdan Stancu ve ileride de El Kabir’i sahaya sürmüştü.
Futbolculara sesimizi duyurmak için tribünün en önüne konuşlanıp maçı izlemeye başladık. Ara ara “Haydi Gençler!” ve “Gençler!” tezahüratları yaparak oyunculara sesimizi duyuruyorduk.
Fakat daha 10. dakikada Uğur’un boşalttığı sol kanata sarkan Sercan Kaya’nın golü tüm neşemizi yerle bir etmeye yetti. Çünkü ilk devrede geriye düştüğümüz hiçbir maçı çevirememiştik ve daha önemlisi kötü günler geçiren takım muhtemelen oyundan düşecekler ve fark açılacaktı!
Hiçbirimizin konuşmuyor ve put gibi hareketsiz bir şekilde sadece gözleriyle maçı takip ediyordu. Top tutan, oyunu açan ve pozisyon yaratmaya çalışan takımın en iyisi Hleb’in hazırlayıcısı olduğu pozisyonda Uğur’un, hayatının en iyi ortasını ceza sahası içine gönderişi ve tam önümüzde topla buluşan Stancu’nun topu düzeltip, kalecinin yanından topu filelere gönderişi rüya gibiydi! Tribünde çılgına dönmüş bir şekilde birbirimize sarılıp “Stancu, Stancu!” diye bağırıyorduk!
Resmen hayat öpücüğüydü bu gol! 4 dakika sonra yine Hleb’in serbest atışta şut çekmek yerine Kabir’e yerden uzattığı topun önce Selçuk’a ulaşması ama yaptığı kötü vuruşsun Stancu’dan sekmesi ve kaleci tarafından uzaklaştırılmasının ardından Ahmet’in inanılmaz keskinlikte ve net bir kafa vuruşuyla iğne deliğinden topu filelere göndermesiyle adeta çıldırıyorduk! Rüya gibiydi rüya!
Kendimizden geçmiş bir şekilde tezahürat yapıp eğleniyorduk. Her iki golün de tam dibimizde olması da çoğu zaman görüş açısı nedeniyle yüksekten maç izleyen bizler için çok farklı ve nefisti!
Skor 2-1 devam ederken turnike görevlisi Cengiz Abiye, “siz düşmezsiniz zaten düşmeyin, Sivas düşsün” diyor Cengiz Abi de, “düşmeyelim de gelecek yıl da Rize’ye gelelim” diye cevap veriyordu.
İkinci yarı başlarken Fazlı, “bu kaleye atak yapacaklar. Çekilmez, bu maç bitmez!” diyordu. Haklıydı. Maç bitmezdi. Öyle de oldu. 65’de yediğimiz penaltı golü yeniden morallerimizi altüst etti.
Bir birimize puan cetvelini, diğer takımların durumlarını soruyorduk ama ortak fikrimiz takımın alacağı 1 puanın bile moral açısından çok ama çok değerli olduğuydu. Ama golden sonra Rizespor’un baskısı devam ediyordu ve her an gol yiyeceğimizi düşünüyorduk.
Ama öyle olmadı. Kısa süreli bocalama evresinden sonra takım deplasmanda olmasına ve baskı yemesine rağmen zincirlerini kırdı ve atak oynama başladı.
İkinci yarı başında İbrahim Üzülmez, Landel yerine orta sahaya Skulason’u almıştı, 71’de Hleb yerine İrfan’ı ve 79’da Stancu yerine sol kanata (merakla izlemek için beklediğimiz) Serdar Gürler’i oyuna aldı. Her iki değişiklik de atak oyunumuzun sebebi oldu.
Önce Djalma’nın çaprazdan dışarı çıkan şutu ve sonrasında Serdar’ın kaleyi karşıdan gören şutunun defans tarafından çıkarılmasına tribünden ahlar vahlarla tepki veriyorduk.
Maçın son dakikalarında Abreg’e, “adamların tam uyuduğu anlar, atarsak şu an atarız!” dedim. Bitime 2 dakika kala, Djalma’nın 2 kişi arasına girip müdahaleye rağmen topla beraber yoluna devam etmesi, defans oyuncusunun üzerinden topu aşırttıktan sonra filelere göndermesiyle bu sefer gerçekten çıldırıyorduk! Nefis nefis nefisti! Daha ne olabilirdi ki!
Uzatma anları içinde Rizespor’lu futbolcunun direkten dönen kafa şutunu buz kesilmiş bir şekilde takip ettik ve maç sevinç çığlıklarımız arasında sona erdi!
Hemen futbolcuları tribüne çağırdık. Deplasmanda olmanın kaygısıyla olacak oyuncular bir süre tereddüt etseler de tribüne doğru geldiler. Karşılıklı alkışlama sırasında benim gözüm, birkaç hafta önce Yılmaz Vural tarafından hedef gösterilen ve zor günler geçiren ama maçta nefis bir gol atan Ahmet Yılmaz Çalık’ın üzerindeydi. Tam futbolcular dönecekken Fazlı, “kırmızııııı!” diye bağırdı. İşte o an Ahmet’in yüzündeki gülümsemeyi ve akabinde hep beraber “siyaaah!” diye karşılık vermelerini görmek inanılmazdı! “Kırmızı - Siyah - En Büyük - Gençler - Şampiyon - Gençler” den sonra içimiz rahat, mutlu ve mesut bir şekilde tribünden çıkıp dönüş yoluna koyulduk.
Kazanılan altın değerindeki 3 puanı alıp Ankara’ya döndük ama emin olun daha oyun yeni başlıyor. Önümüzde 16 maç var ve en az 21 puan daha kazanmalıyız. Rizespor güzel bir başlangıç oldu.
Bu galibiyet umarım önümüzdeki günler için takıma moral ve güven aşılar ve bir an önce puanları üçer üçer toplayıp cetvelde “rahat” sıralara yükseliriz ve ardından da, “neden takım ilk 17 maçta tarihinin en kötü sezonunu geçirdi?” sorusunun cevabını arayıp gelecek sezonlar için ders çıkartırız!