ÇEKİRGENİN 1. SIÇRAYIŞI
1997-1998 senesiydi.
Henüz 20 yaşında futbola meraklı, Serdar Uluer’in Hürriyet'te yazdıkları ile Gençlerbirliği’ni takip etmeye çalışan bir çocuktum. Gençlerbirliği sezona Luka Peruzovic ile başlamış, 13 hafta sonunda 13 puan toplamıştı. Cavcav bunu başarısızlık saydı ve 14. Hafta takımın başına Yılmaz Vural’ı getirdi. Devre arasına kadar her şey yolunda gitti. Devre arasında Yardımcı Antrenörlerden Müjdat Hoca’nın vefatı, İlhan Cavcav’ın cenaze törenine giden teknik heyetin önce işine son vermesi, ardından geri göreve başlatması bütün Gençlerbirliği’nde bütün dengeleri bozdu. Gençlerbirliği o sezon ligde averajla kaldı.
ÇEKİRGENİN 2. SIÇRAYIŞI
2001-2002 senesiydi.
Gençlerbirliği yine böyle buhranlı bir sezon geçiriyor, ligin ilk yarısını sonuncu olarak tamamlıyordu. O sezona da Walter Meeuws ile başlamıştı. Yeni transferler takıma uyum sağlayamamış, birkaç papaz futbolcunun da üstün gayretleri ile takım ligin dibine demir atmıştı. İlk yarının son maçında Gençlerbirliği, Bursaspor’dan 3 puan alamasa idi 12 puanda kalacaktı.
Durumun ciddiyetine erken varıldı. Devre arasında Ahmet Hassan, El Saka, Okan, Cafer gibi 4 önemli transfer kadroya katıldı, deneyimli yöneticiler kulübeye indi. Takım toplanmıştı. Cavcav’ın sağlığı yerinde, birlikte çalıştığı insanlara güveni tamdı.
ÇEKİRGENİN 3. SIÇRAYIŞI
2008-2009 senesiydi.
Sezona Mesut Bakkal ile başlanmış, 9. hafta takımın başına Samet Aybaba getirilmişti. Klasik Gençlerbirliği futbolu oynanıyordu. 1 maç galibiyet, 1 maç beraberlik, 1 maç mağlubiyet. Ekşisözlük’te bir arkadaşın dediği gibi kendi habitatında takılıyordu. Kimsenin ne düşme korkusu, ne de öyle bir düşüncesi vardı.
2001-2002 de takımı ligde bırakan El Saka ile Teknik Direktör Samet Aybaba’nın kavga etmesi, Mısırlı oyuncuyu kadro dışı bırakması, üzerine ırkçı açıklamalarda bulunması birden kulüpte dengeleri bozdu. Yine de kimsenin aklında küme düşme korkusu yoktu. Nasıl olsa 8 ile 14. Sıra arasında bir yerde bitiririz rahatlığı ile son haftaya girilmişti. Gençlerbirliği son hafta evinde Kayserispor’a 4-0 yenilince birden dünya değişti. 3’lü değil 4’li averaj hesaplarına girildi. Bakıldı ki Antalyaspor – Ankaragücü maçı berabere biterse Gençlerbirliği küme düşüyor. Maç 72 dakika berabere devam etti. Bir manada Gençlerbirliği 72 dakika küme düştü. Neyse ki Ankaragücü bir gol yedi de Gençlerbirliği ligde kalmayı başardı. O gol olmasaydı İlhan Cavcav 1 sezonda 2 takımı birden küme düşürmeyi başaran ilk başkan ünvanını kazanacaktı. Hacettepe düştü, Gençlerbirliği 3’lü averajla ligde kaldı.
Gelelim Çekirgenin bugünkü haline.
Bu sezon boyunca yapılan yanlışlıkları tekrar tekrar yazmaktan açıkçası sıkıldım. Sezon başından beri bunları en çok kaleme alan, öncü uyarıları yapan ben oldum. Hatta erken yaptığım haberler ile daha beter faciaların da engellenmesinde bir manada katkım oldu. Ama gel gör ki benim haftalardır üstünü çizerek vurguladığım durumun ciddiyeti Eskişehirspor maçı ile anca hissedildi gibi. Gibi ekini özellikle vurguluyorum çünkü bu durumdan çıkış için doğru hamlelerin yapılacağına dair somut bir veri Beştepe’de yok.
Tek olumlu veri 2008-2009 sezonundaki “Bize bir şey olmaz” rahatlığının olmaması diyebilirim.
Sorun doğru tespit edilmiyor. Çünkü tespiti yapabilecek yetkin kişiler Beştepe’de yok. Yıllardır Gençlerbirliği’ni takip etmeyen İstanbul medyasının “Cavcav ne yıldızlar kazandırdı, ne gençler çıkardı, Kona, Khuse, Mosheuo’yi getirdi” pompalaması ile Beştepe’de muhteşem bir sistem olduğuna inanıldı. (2006 öncesi ve sonrası transferler ile ilgili detaylı bir yazıyı önümüzdeki günlerde kaleme alacağım) Açık ve net söylüyorum. Beştepe’de transferler ile ilgili hiçbir sistem yok. Futbolcu menajeri Cavcav’ı arar, “Benim oyuncum şöyle iyi, böyle iyi, solda da oynar, sağda da oynar, gol de atar, kaleye’de geçer” diye ballandırır, Cavcav bunu önce kulüpteki yetkili arkadaşlara iletir, gelen rapor ne olursa olsun bunu, çoğu başka futbolcuların menajeri olan 20 kişiye sorar, kafasına yatarsa alır. İyi çıkarsa kendi yaptı olur, kötü çıkarsa ihale birinin üzerine yıkılır.
Altyapıdan çıkan çocuklar bile ancak yokluktan A takıma yükselebilir. Bir yönetici çıkar müvekkili olan hocayı kulübe getirmek için kulis yapar, diğeri çıkar üstün futbol bilgisi ve Ufuk Özerten’den aldığı akıllar ile başkanı yönlendirir. Birkaç yönetici de doğru bildiği isim için başkanı ikna eder, kulübe getirebilirlerse kötü çıktığında Cavcav’ın gazabına uğrar. Söz hakları ellerinden alınır. Beştepe’deki temel sistem bu maalesef. Bu sistemin içinde Gençlerbirliği’nin zaten başarılı olabilmesi hayalden öte bir şey değil. Bunun haricinde bizim izlediğimiz onlarca oyuncu var beyanını lütfen bir geçiniz. Transfer döneminin son gününde Google’dan futbolcu arandığını biliyorum ben.
Sorunları teker teker analiz edelim.
PSİKOLOJİK BOYUT
Yılmaz Vural ismi kesinlikle ve kesinlikle hatalı. Hocalık kabiliyetlerinin ötesinde olayın psikolojik boyutunda derin sıkıntılar içeren bir tercih Yılmaz Vural. Nasıl mı? Kısaca özetleyelim. İlhan Cavcav bugün takımın başına Yılmaz Vural yerine Hikmet Karaman’ı getirebilse idi şu an kurulan cümle “Gençlerbirliği küme düşmez” olurdu. Yılmaz Vural’ı getirdiğin anda camiada da, spor kamuoyunda da ortak fikir “Gençlerbirliği küme düştü” oldu. Bu psikoloji elbette ki takıma da yansıyacak. Daha önce 13 takımı küme düşürmüş bir hocanın “Aman 14 olmasın” diye kulübün durumunu kendine dert edeceğini açıkçası ben düşünmüyorum. Ama Ufuk Özerten ile beraber takılıp Cavcav’ın Yılmaz Vural isminde ikna edebilen yönetici abilerimizin bir bildiği vardır her halde diyorum. Ama bir şeyi merak ediyorum. Yılmaz Vural ile ilgili hangi somut veriler ile başkanı ikna etmeyi başardınız?. Bunu bize bir Power Point sunumu ile gösterebilir misiniz?
GÜVEN BOYUTU
Cavcav kimseye güvenmiyor. 2005’de bir şekilde Cavcav ile yakınlaşıp önce yıllardır birlikte çalıştığı adamlar ile arasını bozan, sonra oluşan ortamda kendilerine rol biçen tipler yüzünden İlhan Cavcav’ın kimseye güveni kalmadı. Cavcav’ın özellikle transferlerde gerçekten güvenebileceği insanları yanına çağırması lazım. Kim olup olmayacağı benim karar vereceğim ya da önerebileceğim bir iş değil. Ama bu dönemde sağdan, soldan gelen isimleri Youtube’dan izleterek, daha önce 3 milyon TL isteyip bu sene 500 bin TL’na sözleşme imzalayan hocaların yanında getirdiği menajerler ile bu iş olmaz. 5 hafta sonra onlar ile yollar ayrıldığında bu işin faturasını kesecek adamı bile kimse bulamaz. Kulübün çok uzun yıllardır süregelen ve bir süredir askıya alınan Genel Menajerlik makamını hayata geçirmesi lazım. Emrah Atasoy şu an bu kulüpte o görevi sürdürüyor olsa da İlhan Cavcav dahil herkes biliyor ki kulüpte Genel Menajerlik değil İdari Menajerlik yapıyor. Zaten sorumluluk verilip yetki verilmeden hiçbir şey olmaz. Emrah Atasoy da bu ortamda futbol dehası bile olsa bir şey yapamaz.
Antrenmanda taraftarların önünde Atabey’e kafa atan El Kabir’i o an kadro dışı bırakacak güce ve yetkiye sahip bir menajerin acilen göreve getirilmesi ve transfer işini onun organize etmesi gerekiyor. O şunu söyledi, bu şunu tavsiye etti ile transfer yapılarak kumar oynanacak dönem değil. Doğru noktalara, doğru adamlar getirilmez ise çok açık ve net bu takımın 2. Yarının ortalarında küme düştüğü kesinleşir. Ortada söylentisi dolaşan isimler bile işi trajikomik seviyeden dram seviyesine getirir. İsimlerden ipucu vereyim siz yorumlayın. Gekas, Serkan Balcı, Hleb…
HESAP KİTAP BOYUTU
İlhan Cavcav ne kadar kulübün parasına kıymet verse de bu sefer cimriliğin hiç sırası değil. Akıllı bir esnaf zaten şu süreçte cimrileşmez, aksine doğru hamleler için bonkörleşir.
Hemen anlatayım. Bu kulübün kasasında şu an 50 milyon TL’den biraz fazla para var. 1.Lige düştüğü andan itibaren takımın geliri 7-8 milyon TL seviyesine düşecek. Şu an kadroda bulunan yabancı futbolcuların 2-3 yıllık sözleşmelerindeki tutar, yerli oyuncuların sözleşme tutarları, tesis giderleri, 1.Ligden çıkmak için yapılması gereken transferleri alt alta koyduğunda takım düştüğü takdirde kasadaki paranın yok olma süresi 1.5 yılı geçmez. Şu an yapılacak 10-15 milyon TL’lik transfer bile bu hesapla karlı bir ticaret olur.
Düşersek 1 senede çıkarız sözü de açık söyleyeyim hikâyeden öte bir beyan değil. Neredeyse tamamı şehir takımı olan, belediyelerin, sendikaların, zengin iş adamlarının destekleri ile 1. Ligde oynayan kulüplere karşı Gençlerbirliği’nin, Ankaragücü’ne bile destek vermeyen bir belediye başkanı olan, sivil toplum kuruluşları olan Ankara’da şehrin desteğini beklemesi hayalden öte değil. Gençlerbirliği yine kendi yağı ile kavrulmak zorunda. Kendi yağı da üstte söylediğim gibi en fazla 1.5 sene yeter.
Kasasında 50 milyon TL para olan bir takımın küme düşmesi zaten sağlık sorunları ile mücadele eden bir başkanın ömründen ömür götürür. Üstüne üstük kurucusu olduğu, Onursal Başkanı ilan edildiği Kulüpler Birliği’ne bile giremeyecek olması psikolojisinde tamiri imkânsız yaralar açar.
İlhan Cavcav, transfer dönemini Yılmaz Vural ile geçiririm, ardından iyi bir hoca getirip durumu toplarım diye düşünüyor ise bu yapabileceği en büyük hata olur. O durumda takımın başına iyi bir hoca gelmez, bulunan isimin de takımı kurtarmaya gücü yetmez.
Madem bu kadar acı gerçekleri kaleme aldım. Bir noktayı daha belirtmekte fayda var. Gençlerbirliği’nin ne Federasyonda bir gücü var ne de diğer kulüp yönetimleri tarafından beslenen bir sempatisi. Gençlerbirliği’nin küme düşmesini önce Kulüpler Birliği Toplantısında ardından Federasyonda güle oynaya kutlarlar. Bunu da eğer yanındakiler “Herkes seni çok seviyor başkan” diye kandırmıyor ise en iyi İlhan Cavcav’ın bilmesi lazım.
SORUMLULUK BOYUTU
Kulüpte sorumluluk alan, mücadele eden yöneticilere lafım yok. Gençlerbirliği taraftarlığından yöneticiliğe yükselmiş kişilere saygım sonsuz. İyi ki varlar. Cavcav her ne kadar Mehmet Özdilek’in getirilmesinin faturasını onlara kesip kendisini süreçten uzak tutmaya çalışsa da onların bu dönemde küsmeye hakları yok. Sorumluluk almaya, başkanı doğru yönlendirmeye devam etmek zorundalar. Onların boşalttığı alanlara gelenler bizlere Sezen Aksu’nun“Yar eteğinde çakallar, kurtlar ulurken” şarkını söyletiyor çünkü. Sorumluluk almayan, “Aman ben karışıp kötü olmayım” diyen yöneticiler de unutmasınlar ki bu takım küme düşerse onların adı da Tanıl Bora’nın Ankara Rüzgarı kitabına “Küme düşüren yöneticiler” olarak girer. Kimse o sorumluluktan kaçamaz. Kartvizit yöneticiliğin sırası değil. Futboldan anlamıyor, sorumluluk almıyorsanız “Ben neden yönetici oldum” diye lütfen bir kez kendinize sorun. Futboldan anlamasanız bile çevresinde yanlış yönlendiren kişileri uzaklaştırın. Futboldan anlamıyor, ama başkanla sürekli mesai halindeyseniz de bilmediğiniz konularda lütfen başkanın kafasını karıştırmayın.
Bir sözüm de Cavcav’ın hastalığını, takımın durumunu fırsat bilip başkanlık hayalleri kurmaya başlayan, “Kongre için imza mı toplasak” diyen, kulübe geldiğinde dandik bir arabası varken şimdi yatlarda gezen, Gençlerbirliği’nin(Cavcav’ın) desteği sayesinde üst yerlere geçip bol sıfırlı maaşları alan arkadaşlara. Sizin o hayallerinizi, ne başka yöneticiler üzerinde tuttuğunuz delege gücü ne de güçlü dostlarınız yerine getirebilir. Ancak hayal boyutunda kalır. Cavcav yaşıyorken de sonrasında da bu böyle olacak. Eski defterler açılır, sizin hangi karakterde adamlar olduğunuz ortaya dökülür, o yüksek maaşla çalıştığınız yerlere şimdi giremediğiniz gibi Gençlerbirliği’ne de giriş şansınız kalmaz. Akıllı olmakta fayda var. Öyle bir dünya yok… Bu kulübe tarihi boyunca en büyük zararı veren kişiler olduğunuzu Gençlerbirliği camiası zaten gayet iyi biliyor.
MEVCUT FUTBOLCULARIN DURUMU
Bu konuda söylenecek söz maalesef bulamıyorum. 657’ye tabi memurlar bile mesai saatlerinde daha fazla mücadele ediyorlar. Tehlikenin farkında olduğunu Eskişehir maçında bana gösteren bir Ahmet Çalık oldu. İyi oynadı, kötü oynadı tartışılır. Ama mücadelesi ile “Biz ne yapıyoruz” cümlesini bana göre tek kuran oydu. Stoper olmasına rağmen en net gol pozisyonunu da o üretti, topa kafasını da o soktu. Geçen seneki transferlerin eski performansları ile uzaktan yakından alakaları yok. El Kabir gibi bir saatli bomba Beştepe’de dolanıyor. Ne yapacağı, nasıl oynayacağı belli değil. Kanada çekilen Stancu eski günlerinden uzak. İrfan ben oldum havasında. Bu sene yapılan transferlerin neden yapıldığını anlayabilen yok. Kulüpte sporcuların bu durumlarını analiz edebilecek bir Psikoloğun bile yokluğu hissediliyor. Takımda tekrar güvenin tesis edilmesi gerekiyor. Yılmaz Vural ile devam edilecek ise öncelikli meselesi bu olmalı. Nasıl yapılması gerektiği ise hocanın bileceği iş…
Evet kabul ediyorum net ve sert ifadeler geçen bir yazı yazmak zorunda kaldım. Bu yazının Eskişehirspor mağlubiyeti sonrası can acısı ile kaleme alındığını da kimse düşünmesin. Eskişehirspor maçından sonra yayınlanmasının tek nedeni bu zorlu mücadele öncesi kulübe zarar vermeme isteğinden başka bir şey değildi.
AMBARGOLAR APOLET OLUR
Kulüpte olan biteni ortaya döktüğüm için bana ambargo koymayı, tesislere girişimi yasaklamayı düşünecekler mutlaka olacaktır. Hatta utanmadan çalışanlara hatta ve hatta yöneticilere “Bülent ile görüşmeyin” diye tavsiyede bulunanlar olacaktır. Bunu da çok dert edecek değilim. Mevcut durumu benim kadar analiz edemeyen, tüm çıplaklığı ile ortaya koyup buna göre davranmayan insanların üzerimde uygulamaya çalışacağı yasaklar ancak benim için apolet olur. O apoleti takar gururla taşırım. Yıllar önce olduğu gibi tesislere girmeden bu haberleri paylaşmaya devam ederim.