Yeni sezonun ilk maçında teknik direktör Stuart Baxter’ın, yeni transfer Hopf’un yerine, bir önceki sezon oldukça kötü bir performans çizen Ferhat’ı kalede başlatma kararına oldukça şaşırdık ama “vardır bir bildiği” diyerek yine de içimizi serin tutmaya çalışıyorduk.
Maç başladığında Gençlerbirlikli oyuncular daha istekli görünüyordu ama bir türlü en ilerdeki Stancu ve El Kabir’i beslemeyi başaramıyorlardı. Bu yüzden top genelde orta sahada sıkışıp kalıyordu. 15’de Stancu’nun şansız bir şekilde sakatlanması moralimizi oldukça bozdu. İzlandalı Skulason’un rakip toplarını kesişi, Etiyopya/İsveç’li Atta’nın defansın göbeğindeki son hamleleri, İrfan’ın nefis top tekniği, pasları ve sakinliği, Ahmet Oğuz’un bindirmeleri ve El Kabir’in hırsı kırmızı-siyahlıların başarı hanesine yazılan kalemlerdi. Ama bunlar “tam anlamıyla” gol pozisyonu yaratmak için kâfi gelmiyordu.
Kısır geçen ilk yarıda Ahmet Oğuz’un uzaktan şutunu kalecinin son anda çıkartması ve Spelmann’ın kaleci ve defans oyuncusunu aynı anda çalımlayayım derken harcadığı pozisyon, Gençlerbirliği’nin önemli anlarıydı. Buna karşılık, Rizespor’un 45+’da geliştirdikleri ilk ciddi atağında Ahmet ve Atta’nın kademe hatası yapmaları ve Ferhat’ın çıkmayarak rakibinin son vuruşunu kolaylaştırmasıyla, Kırmızı-Siyahlılar evlere şenlik bir golle yenik duruma düştü.
İkinci yarının başında Latovlevici'nin yaptığı ortaya El Kabir’in gelişine vuruşunun dışarı çıkması tribünleri heyecanlandırıyordu. Üç dakika sonra bu sefer İrfan’ın klas hareketler sonrası ceza alanına gönderdiği topu rakip oyuncuların uzaklaştıralım derken Tomic’in önüne düşürmesi ve onunda sert vuruşu ile skora denge geldi.
74’de İrfan’ın sıfıra kadar inerek yaptığı klas hareketlerin ardından topu ceza alanı içindeki Latovlevici’ye çıkartması ve onun ortasında Dimitriadis’in nefis kafası ile Alkaralar öne geçtiğinde tribünler bayram yerine dönüyordu.
Golden sonra bir süre maç rölantide giderken, “tamam bu iş!” diye aklımızdan geçiriyorduk ama 87’de yediğimiz penaltı golüyle tüm morallerimizi altüst oldu. 2-2’den hemen sonra İrfan’ın yine klas hareketleriyle ceza alanında topu El Kabir’le buluşturması ve onun ortasına Atta’nın kafasını atamaması, rakip defansın yine Tomic’in önüne topu indirmesi ama bu sefer Sırp oyuncunun isabetsiz vuruşuyla saç baş yoluyorduk. 90+2’de Kweuke’nun bir türlü önünün kapatılamaması ve en uzak köşeye giden topun fileleri bulmasıyla Gençlerbirliği, geriden gelip öne geçtiği maçı 5 dakikada rakibine armağan ederek, tribünlerdeki bizlere adeta şaka yapıyordu!
Takımın en önemli gol ayaklarından Stancu’nun 15. dakikada sakatlanması büyük şanssızlıktı. Takımda geçen sezona göre 5 yeni oyuncuyla başlamanın elbette bir uyum süreci olacaktır ama 90 dakikaya bakıldığında İrfan’ın soğukkanlı hareketleri ve nefis pasları, El Kabir’in hırsı, Skulason’un top kesişleri, Latovlevici ve Ahmet Oğuz’un bindirmeleri, Spellman ve Dimitriadis’in gol yollarında verdiği destek önümüzdeki günler için umut verici şeyleri.
Buna karşılık, Ferhat’ın tüm maç boyunca (geçen yıl olduğu gibi) yine çıkıp çıkmama tereddütleri, güvensiz hareketleri ve yenikken bile yaptığı yavaş hareketler en zayıf yerimizin yine kale olacağını ispatlar nitelikteydi. Ayrıca defansın zaman zaman yaptığı kademe hataları ve uyumsuzluklar da çok kolay gol yiyeceğimizin göstergesi.
Sezona mağlubiyetle başlamak moral bozucudur ama aynı zamanda hatalardan ivedi bir şekilde ders alırsak zararı hızlı bir şekilde kara çevirebiliriz.
Bir dip not olarak; bu ülkede futbol, oynamaktan çok oynatmama üzerine kurgulanıyor. Bu yüzden takımlar çoğu zaman “aman kontrolü elden kaçırmayalım” diye, oyunu sürekli yavaşlatmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bir de buna hakemlerin ağızlarından bir türlü uzaklaştırmaya cesaret edemedikleri düdükleri eklenince top neredeyse hiç hızlanmıyor. Maçta hakem Alper Ulusoy, “sıfır avantaj” kuralını başarıyla (!) uygulayarak geleneği bozmadı ve hem Rize, hem de Gençlerbirliği adına birçok hızlı atağın kesilmesinde ve maçın monoton bir hal almasında başrolü üstlendi.