Yaşam acımasız ve hızla akıp gidiyor...
Herkes başladığı yere dönmeye hızla yaklaşıyor...
Arkaya dönüp bakınca da eskiyi özlem insanın zihninde acıya dönüşüyor.
Artık yaşlandık... "Hey gidi günler" diyebilecek kartlıktayız.
Artık "Şunla iyi geçinelim ileride işimize yarar" demek bile içimden gelmiyor.
Demek ki yolun sonuna geliyoruz...
Mesleğe başladığımız günlere bakıyoruz. Gazetelerin spor servisleri kalabalık mı kalabalık... Ankaragücü'nü, Gençlerbirliği'ni bir muhabir bir de foto muhabiri takip ederdi.
Deplasmana gruplar halinde gidilir. Yemek yenecek yerler önceden belirlenir, herkes molada buluşurdu.
Dönüşte fotoğraf yetiştirmek için hummalı bir yarış başlardı.
Şimdi öyle mi?
Ankara'da Süper Lig'de 4 takım var. Basketbol, voleybol ve hentbolde şampiyonluk mücadelesi veren 10'a yakın takım var. Ama spor servisleri iki, bilemedin 3 kişi ile işi götürüyor.
Süper Lig'de 4 takımı olan Ankara'da işi sadece futbol olan Lig TV'nin Ankara'da muhabiri bile yok. Bir kamereman, bir de şöför-muhabirle işi götürüyor.
Çok büyük yatırımlarla bir gazete çıkıyor. Ankara'da spor servisi olmadan işe koyuluyor. Yani olsa da olur olmasa da...
Trübünler sadece İstanbul takımları gelince doluyor.
Kasalarında trilyonlar bulunan başkent kulüpleri, "Anadolu'dan şampiyon çıkmaz" kandırmacaları ile taraftarı kandırıyor.
Süper Lig geçmişi ergenliğe bile ulaşmayan Sivasspor'un mütevazi bütce ile yaptıklarını görmemezlikten geliyorlar.
Yani yolun sonuna yaklaşırken başkentte biz de hızla da küçülüyoruz.
Kimi 15 yıldır kulüplere bir kuruşu vermeyen belediye başkanından umut bekliyor, kimi mevcut başkanların görevi bırakmasında...
Kimse "Suç bizim demiyor"
Yıllardır tek düze giden yaşamın tekerine çomak sokmak için neler yaptıklarını sorgulamıyorlar.
Tabiri caizse 99. yılda yumurta deliğe dayanınca 100. yılda şampiyonluk istiyorlar.
Yıllarca duayen başkana övgüler düzenler şimdi onun bırakmasını bekliyorlar.
İsteyin anasını satayım... Nasıl olsa umutlar para ile satılmıyor.
İsteyenin bir yüzü vermeyen zenci misali...
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Nazım Hikmet bu dizelerinde bizi resmetmemiş mi?
Ne dersiniz?