Yazdığım son yazı 30 Eylül tarihli, 4.haftada oynadığımız Balıkesirspor maçının ertesinde. Passolig sebebiyle tribünden sürgün edilmişliğin getirdiği mesafelenmenin üstüne o dönemde yaşanan İlhan Cavcav kaynaklı bir dünya saçmalık ve İrfan Buz'un da ilk dönemindeki savunma gerekliliklerini önceleyen pasif futbol yaklaşımının getirdiği yılgınlık ve bıkkınlık eklenince 3 aylık bir ara hasıl olmuş. Ancak Kasımpaşa maçıyla evrim geçiren, Trabzonspor maçında ağır bir yenilgi almasına rağmen oyun niyetine sıkı sıkı sahip çıkan ve devamında da her hafta üstüne koyarak yol alan takım Konyaspor karşısında öylesine görkemli bir galibiyet aldı ki, ben de parmaklarımı klavyeyle buluşturmaktan alıkoyamadım.
Diziliş konusunda değil ancak tercihler konusunda çarpıcı farklılıklarla başladık maça. Gosso'yu, Doğa ve Petroviç'in önüne bir forvet arkası şeklinde konumlayarak, İrfan Can'ı da kanatta görevlendirerek açtık oyunu. Gosso'yu bu tarz bir rolle donatmanın altında yatan sebep Stancu'nun boşalttığı alanlara yapacağı topsuz forvet arkası koşuları mıydı yoksa topsuz oyuna yönelik bir ön alan presinde o bölgedeki dinamizmi arttırması mıydı çözümleyemedim ancak bu plan her ne ise işe yaramadığı 58 dakika boyunca ortadaydı. O rol için tekniği de gücü de kabul edilebilir seviyede olmayan Gosso da bir karadelikmişçesine 3.bölgede buluştuğu hemen her topu rakibe teslim etti. İlk maçına çıkan Ahmet Oğuz ile henüz ikinci maçını oynayan Halil İbrahim'in toylukları nedeniyle hucüma katılım konusunda çekimser kalmaları da kanatlardan gelecek ofansif katkıyı sınırlayınca oyunu kontrol ettiğimiz ancak üretkenlik noktasında son derece yetersiz kaldığımız bir ilk yarı geçiriyorduk. Ancak takımın -Ahmet Oğuz ve Halil İbrahim dışındaki- her bir oyuncusunda mevcut özgüvenli ve kararlı karakteri de gole bir yerden bir şekilde ulaşılacağını fısıldıyor gibiydi. Nitekim İrfan'ın zekice dublajında bomboş kalan Stancu'nun dokunuşu da ilk yarı bitmeden hemen önce o rahatlamayı sağladı.
İkinci yarıyı ise ilk yarıdaki düzenimizi aynı şekilde koruduğumuz ilk 13 dakika ile Doğa'nın oyundan çıkıp Gosso'nun ön libero rolüne, İrfan Can'ın da forvet arkasına geçiş yaptığı 58.dakika sonrası olarak ayırmak gerek. Bu değişikliğin hemen ardından oynadığımız oyun dinamizm ve hız kazandı. Buna bağlı olarak değişikliğin üzerinden 5 dakika dahi geçmeden rakibi hataya zorlayarak ikinci golü bulduk. Gerisi de maçın ilk dakikasından itibaren kırılgan bir izlenim veren Konyaspor'un oyundan tamamıyla düşmesine ve futbol oynama niyeti, kararlılığı, iştahı muazzam bir takımın resitaline dönüştü. Louis van Gaal'in -yakın tarihli Dünya Kupası sırasında De Vrij, Martins Indi; Manchester United'da ise Blackett, McNair gibi oyuncular örneklerinden bildiğimiz üzere- gittiği her takımda mutlaka ilk 11'e bir veya birkaç genç oyuncuya yer vermeye çalıştığı, bunun altında da başarıya doymuş ve limitlerini zorlama konusunda yeterince istek göstermeyen oyuncuları dengeleyecek, bir nevi kamçılayacak bir iştah ve dinanizm arama niyeti yattığı söylenegelir. Bizim Gençlerbirliği özelinde ise -İrfan gibi birinci sınıf yeteneğe sahip bir maestroya sahip olmamız dışında- ligdeki diğer takımlara karşı farklılık sağlayan -van Gaal'ın tezini doğrulamarmışçasına ürettiğimiz- dinamizmimiz ve iştahımız.
Bu dinamizm ve iştahın İrfan Buz tarafından son 1-1.5 aydır futbol oynama niyetiyle desteklenmesiyle de altyapı oyuncularıyla pırıl pırıl parlayan, oynadığı futbolla müthiş keyif veren bir takım ortaya çıkıyor. Devre arasında umalım ki takımın kimyasını bozacak hamleler yapılmasın ve henüz emekleme aşamasında olan bu takımı dört nala koşarken de izleyebilelim.