Futbol konusunda keyifli bir çocukluk yaşadım diyebilirim.
Futbolsever bir Ankaralı baba sayesinde Ankaragücü, Gençlerbirliği, PTT, Petrolofisi, Şekerspor’un hangi maçı varsa bazen 19 Mayıs Stadında bazen Cebeci Çayırında hafta sonlarımı geçirdim.
Ankaragüçlü bir ailede büyüdüm. Amcamlar, kuzenler, abilerim haftasonları maçlarda buluşurduk. Çocukluktan kalma bu alışkanlığım gençlik yıllarımda da devam etti. Kuzenler, amcamlar olmasa da ben maçlara gitmeye devam ettim. Param olmadığı için ikinci yarının başına kadar kapının arkasından maça girmeyi de bekledim, maç minderi satıp bilet parası da topladım. Cavcav’a bile maç minderi satmışlığım oldu. (Hayatımdaki en büyük ticari başarım da bu oldu.)
20 TL, 30 TL bilet parasının bir genç için ne demek olduğunu onun için çok iyi bilirim. Hayatında maça para verip girmemiş kişilerin “Takımı için 30 TL bilet parası vermeyenler!” sözlerine de gülüp geçerim. Bugün işim için maçları basın tribününde bedava izlesem de işimin olmadığı maçlarda biletimi alır, tribünde dostlarım ile maçımı seyrederim. Bu benim en büyük eğlencem. Saha içine girdiğimde de sahadan çok tribünlerin fotoğraflarını çekmem de bundandır. Ben tribünlerde büyüdüm. Hayata, olaylara baktığım yer de tribünler onun için…
Bir gün yazdıklarımdan, söylediklerimden dolayı tribünlere giremeyecek, dostlarımla maç izleyemeyecek hale gelmemek en büyük temennim.
Geçtiğimiz hafta Veli Necdet Arığ’ı mezarı başında andık. Çok kalabalık olmasa da Veli amcamızı yine dostları yalnız bırakmadı. Bu sefer kulüp yöneticileri ve futbolcular daha erken gelmişler mezarlığa. Denk gelemedik. Kulüpten gelen fotoğraflara özellikle baktım. “Veli amcayı tanıyan kim var?” diye. Bir tek teknik direktör Mustafa Kaplan’ın Veli amcayı yaşarken tanıdığını fark ettim.
Ankaragücü’nü yöneten kişiler, kulübün 5 sene öncesini yaşamayan insanlar maalesef. Onun için ki “Sol Kapalı” tribünün Ankaragücü açısından önemini fark edememeleri de normal. Yaşamamalarını geçtim, kimse anlatmamış da galiba. Çocukluğumdan hafızamdan kaldığınca ben anlatayım. Sol Kapalı tribün, Ankaragücü için efsane tribünlerden biriydi. 19 Mayıs tribünlerinin “Gururluyuz, Güçlüyüz, Ankaragüçlüyüz” diye inlediği yıllarda sol kapalı’da Güçlüler yer alırdı. O kadar güçlülerdi ki şu an tribünlerde saygı duyulan abilerin hemen hemen hepsi orada bir aradaydı. O birliktelik Ankaragücü’nü “güçlü” yapıyordu. Yıllar geçti, Güçlüler dağıldı. Ama orada yetişenler Ankaragücü tribünlerinin çekirdeğini oluşturdu. Sol Kapalı tribün kapatıldığında da, oraya fiziki saldırı geldiğinde de tüm tribünlerinin tepkisi sadece “taraftara yapılan saldırıya gelen ortak tepki” değil biraz da bundandı. Avatar filmindeki yaşamın kaynağı olan ağaca yapılan saldırı gibi hissetti Ankaragücü’nün eskileri bu olayları…
Yiğiner bunu anlamadı. Anlamamakta ısrar etti. İşi inada bindirdi. Başkan olmadan önce Ankaragücü ile hiçbir alakası olmayan birisinin anlamaması da normal. İstifa etti. Ya da ettiğini söyledi.
Başkan hala Yiğiner….
Habercilikte istikrar önemlidir. Dün söylediğini bugün de söyleyebilmek lazım. Delege hakimiyeti Cemal Aydın’ın elinde iken, Gökçek sonrası gelen başkanlara demediğimizi bırakmadık. Kukla dedik, piyon dedik, ceket dedik. Kulübü çadır tiyatrosuna benzettik. Gelen o başkanların hepsinin Cemal Aydın’ın güdümünde olduğunu söyledik. Şimdi delege hakimiyeti Yiğiner’in elinde. Yönetim, kendi kurduğu yönetim. Metin Akyüz kulüp başkanı gibi görünse de Göztepe maçında rakip takım başkanının yanında oturan isim yine Yiğiner’di. Birbirimizi kandırmaya gerek yok. Başkan hala Yiğiner. Metin Akyüz de kendini artık hangi sıfatla anar ona da kendi karar versin.
Rakamlar, rakamlar, rakamlar
Ankaragücü sağolsun. Son 7 yılda avukat kadar hukukçuluğu, mali müşavir kadar muhasebeciliği öğretti bize. Son kongreye Klasspor’un alınmamasın nedeni de buydu. Klasspor, araştırıyor, belgeleri ile hesap soruyordu çünkü. Badminton’a 720 bin TL’yi Tandoğan’a 3.5 milyon TL’yi nasıl harcadıklarını Klasspor sordu. Cevap veremediler. Verdik dedikleri cevapların da doğru olmadığını kendileri de biliyordu. Belgeleri kulüp sitesinden yayınlama sözü verenler de sözlerini tutmadılar. Klasspor kongreye girmezse bu rakamların hesabı sorulmaz zannettiler. Kulübe 30 milyon TL’ye yakın para aktardık deniyorsa onun nereden geldiğini de ne olarak işlendiğini de Klasspor sorar, nereye harcandığını da. Davaları da takip eder, gelişmeleri de yazar. Yazdık, yazmaya da devam edeceğiz. Kimseye şirin görünme gibi derdimiz yok.
Gizli kapaklı ilişkilerin içinde de olmadık, ajandamızda gizli planlarımız da olmadı. Olanı yazdık, çizdik. Ne kimseyi başkan ya da yönetici yapmak için kulislerin içine girdik ne de kimseyi göndermek için belaltı vurduk.
Ancak…
Ankaragücü’nün önünde çok önemli bir Yargıtay süreci var. Kulübün önünü açacak, geçmiş ile hesaplaşıp eski güzel günlerine dönecek bu davanın takipçiliğini de yürütmekle görevli olan Ankaragücü yönetimi.
Yiğiner, sosyal medyada “Ben 250 bin esnafın da başkanıyım. Gökçekler ile mücadeleye girişemem” dese de olay o kadar basit değil.
Delege hakimiyetini ele geçiren Yiğiner, Gökçek ile ikili ilişkileri nedeni ile bu davanın takipçisi olmazsa ben bu durumu “Zaman aşımına uğratmak için koltuğu işgal etme” olarak algılarım. Kalemimle korumak zorunda olduğum da Ankara’nın Esnafı değil Ankara’nın Gücü olur.
Ankaragücü taraftarı “Bırakırız, bırakacağız, birileri çıksın” sözlerini kenara bırakmanızı bu davanın takipçisi olmanızı bekliyor. Olacak mısınız, olmayacak mısınız, ya da oldurtmuyorlar mı onu söyleyin…
Biz de bilelim…