Tüm şartların normal olduğu bir dünyada benim bana ayrılmış bir spor haber sitesi köşesinde futbol yazmam gerekir. Gözlemlediğim maçtan anladığımı anlatabildiğimce okuyan her bir kimseye aktarmaya çalışmam, bu bağlam içerisinde üretimde bulunma niyetinde olmam...
Ancak İlhan Cavcav'ın maçın ardından yaptığı Mustafa Kaplan'ı görevden aldığı ve önümüzdeki hafta takımın başında kendisini görevlendireceğini açıklaması normale dair ne varsa alıp götürüyor. İlhan Cavcav'ı az biraz tanıyanlar için -ben dahil pek çok Gençlerbirliği taraftarı daha doğmadan önce bu kulübü himayesine almış bir insandan bahsettiğimiz için hemen hepimizi bu tanıyanlardan saymak mümkün- bu açıklama yenilginin doğurduğu hiddet nedeniyle yapılmış talihsiz bir açıklama olarak okunabilirdi . Fakat daha sonrasında İlhan Cavcav'ın ve Mustafa Kaplan'ın Habertürk'te yayınlanan bir programda yaptıkları açıklamalardan öğreniyoruz ki Bursaspor maçı içerisinde Cavcav, Kaplan'dan bir oyuncu değişikliği gerçekleştirmesini "rica ediyor" ve bu "rica" karşılıksız kalıyor. Bu açıklamadan da anlıyoruz ki İlhan Cavcav'ın maç sonu öfkesi -kendisinin aynı açıklamada eklediğinin aksine- yenilgiden, veyahut beğenilmemiş bir futboldan değil; kayıtsız şartsız yerine getirilmesi gereken bir emre riayet edilmemesinden doğuyor. Oldukça basit ama Gençlerbirliği'nin nasıl yönetildiğini son derece güçlü anlatan bir örnek. Ne coğrafya ne kültür tarih boyu hiçbir zaman eşitlikçi bir demokrasiden nasiplenmeyince ülkenin en ileri gelen yöneticisinden bir futbol takımı başkanına kadar tüm mevki sahipleri her şeye muktedir inançtaki, otoritesinden sual edilemez kabile şeflerinden hallice oluyor. İlhan Cavcav'ın son 10 yıldır herhangi bir şekilde başarının kıyısından köşesinden geçmemiş ancak her ne hikmetse kendisini bir futbol gurusu olduğuna inandırmış egosu ile ülkenin bu egoyu daha da şahlandırmayı teşvik eden ve her şeye gücü yeten, her şeye kadir yönetici aklı talepler karşılık bulmadığında çareyi kelle götürmekte bulan bir sonuca ulaşıyor. Aslına bakılırsa akli melekelerin bu raddede yok sayıldığı bir ortamda ne bir şey söylemenin ne bir şeyler yazmanın en ufak bir anlamı yok; tek yapabileceğimiz iç çekmek, dertlerimize az biraz derman olur diye bir parça da kadere lanet etmek belki...
40 yıldır başkanlık koltuğunda oturan bir insanın hala teknik direktörlük görevi verdiği insanların birer kuklaya dönüşmeye razı olmayacağını çözememesi, insan psikolojisinden böylesine bihaber olması ise apayrı bir absürtlük. Mustafa Kaplan'ın geçmişine yönelik bir dünya entrika söylentisini unutalım demiyorum; ancak İlhan Cavcav'ın verdiği emre karşı dik durmasının da hakkını verelim. Hem bahsettiğim entrika geçmişi hem de sezon başındaki tamahkar halet-i ruhiyesi nedeniyle kuvvetle muhtemel hiçbirimiz böylesine onurlu ve karakterli bir duruşu tahmin edemezdik. Teşekkürler ve tebrikler Mustafa Hocam.
Son iki yıldır Klasspor'a 50'ye yakın köşe yazısı kaleme aldım. İlk kez midem o kadar bulanıyor ki, bu kulübün içine düştüğü zavallılık Gençlerbirliği'ne dair ne varsa bir çırpıda kusma isteği uyandırıyor ki yazma motivasyonunu kendimde bulamıyorum. Bir futbol kulübünün ilk etmeni ne futbolcular, ne yöneticiler ne de başkandır; bir futbol kulübünün ilk etmeni her ne olursa olsun taraftarlarıdır. Eğer ki Gençlerbirliği Gençlerbirliği'yse bunun nedeni taraftarlarıdır. Ve Gençlerbirliği dediğimiz şey uzun süredir ve artık katlanılamaz hale gelmiş bir can çekişmeden ibaret...