“Hayat futbola fena halde benzer. Futbol şahsi beceri gerektirir ama aslında toplu oynanan yani insanların bir takım halinde oynadıkları oyundur. Hayat da öyle değil mi?
İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin.
Evet... Kaybedersin...”
Serdar Akar’ın yazıp, yönettiği “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filminin unutulmaz repliği.
Behzat Ç.’yi izleyenler hatırlar. Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırdığı Behzat komiserin en büyük hayali polisliği bırakıp bir altyapı takımında hoca olmaktı. Hatta “Behzat Ç: Ankara Yanıyor” filminde Gençlerbirliği altyapısında görev bile yapmıştı. Ama bu hayali gerçekleştiren Behzat komiser değil dizideki ezeli rakibi Ercüment Çözer’i canlandıran Nejat İşler oldu. Dizide kendine saygısızlık yapan rakip takip futbolcusuna tekmeyi basıp, “Top geçer, adam geçmez” diyen Ercüment Çözer işi gücü bıraktı, bir kulübe hoca değil ama başkan oldu.
“Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filmi Nejat İşler’e ilham verdi mi bilmiyorum. Ama hikâyeler birbirine çok benziyor. Zor şartlar altında mücadele eden, Bütünşehir yasası çıkması ile belediyesinden olan Gümüşlükspor kapanma noktasına gelmişken, yaşantısında zor günler geçiren ünlü bir aktörün takıma sahip çıkması, onun takıma, takımın da ona hayat verme hikâyesi.
Akif abi “Hafta sonu şampiyonluk maçımız var, çık gel,” dediğinde bana güzel bir pas değil muz orta yaptığının sanırım farkında değildi. Geçen sene kaleme aldığım Cizre yazısından sonra hikâyesi yazılacak güzel bir konu arıyordum zaten. Ligler ara vermişken Akif abinin bu daveti soğuk Ankara havasında içimi ısıttı. “Tamam abi, biletimi aldım, geliyorum,” demem yaklaşık 1,5 dakika sürdü.
Kafamda bir Gümüşlükspor portresi zaten vardı. Futboldan pek anlamayan ama parası pulu olan, daha 43 yaşındaki Nejat İşler’in sağlık sorunlarından sonra kaçtığı limanda kendine hobi olarak başladığı bir hikâye gibi görüyordum Gümüşlükspor’u. Bu fikrimi değiştiren, geçen hafta okuduğum röportajından çok gördüklerim oldu.
Sabah saatlerinde Gümüşlük’e vardıktan sonra Akif Kurtuluş ile buluştuk. Akif abi Ankara’dan tanıdığım, kitaplarını okuduğum, sohbetine doyum olmayan çok özel biri benim için. Kısa bir hasret gidermenin ardından tesislere girer girmez bizi ilk karşılayan tellere asılmış çoraplar oldu. Çorap deyip geçmemek lazım. Amatör ruhu en iyi yansıtan noktadır o çoraplar. İstersen en kalite formaları giy, en afili sahalarda top koştur, tellere asılı yeni yıkanmış o çoraplar mutlaka olmalıdır. Yeri her zaman amatör futbolda müstesnadır.
Sahaya girdiğimizde hummalı bir çalışmanın içinde bulduk kendimizi. Tel örgülere pankartlar asılıyor, çevre düzenleniyor, bir adam da kafasında bere, bir elinde fırça, diğer elinde çayı yerde pankart boyuyor.
Amatörde de olsa profesyonel futbolda da olsa taraftarlığın en büyük jargonlarından biri elle yapılan pankartlardır. Dijital baskı pankartlar gibi değildir. İçinde emek vardır. Yıllar geçse de unutulmaz, titizlikle saklanır. Elinde fırçası ile pankartı hazırlayan kişi onlarca filmde, dizide rol almış, geçirdiği ciddi sağlık problemleri nedeniyle herkesin merak ettiği kulüp başkanı Nejat İşler olunca pankart tabii ki daha da anlamlı oluyor. “Kulüp Başkanı bunlarla mı uğraşır?” demeyin. Amatör kulüp ise uğraşır. Amatör futbolda her şey emek ile döner çünkü. İmece usulü yürür işler. Paran dahi olsa bunun ayrı bir kıymeti vardır orada.
Bir tarafta daha önce küçük halini bildiğim “Siyah – Sarı, Balık – Rakı” pankartı, diğer yanda önce koreografide kullanılacak ve daha sonra tellere asılacak “O kupa buraya gelecek” pankartı hazırlanıyor, kuruyanlar tel örgülerdeki yerlerine asılıyordu.
Merak edenler için baştan söyleyeyim. Nejat İşler’in sağlık durumu gayet iyi. Sahaya çıksa maçın son yarım saatinde forma giyebilecek kadar enerjik ve moralli. Takım ona, o takıma hayat vermiş. Alkolle ilgili (bulabildiği sürece) bir sorunu yok, barışık bir hayat sürüyor. (“Abi JackDaniel’s ile Kola mı içilir?” diye soramadım. İçimde kaldı. Buradan onu da sormuş olayım.)
Pankart işleri bitip muhabbete başladığımızda takım son antrenmanına çıkıyordu. Oyuncuları rahatsız etmeden takım hakkında, kendi hakkında sohbete koyulduk.
Gümüşlükspor, neresinden bakarsanız tam bir amatör takım. Nejat İşler de amatör ruhla yönetilen her takımda olduğu gibi sadece kulübün başkanlığını yapmıyor. Bir yandan amigo, diğer yandan malzemeci. Futbolcularına elleri ile yemek servisi bile yapıyor. Nerede takımla ilgili bir iş varsa orada. Kendini kontrol edemediği için maçları tribünden seyredemediğini söylüyor. Önceki maçlardan birinde tribünde kontrolünü kaybetmiş. “Tribünleri benim sakinleştirmem gerekirken onlar beni sakinleştirdi,” diyor. Kendini frenlemek için kale arkasında protokol tribünü oluşturmuş. Ama kontrol yine onda. Kurduğu telsiz sistemi ile tribünleri uzaktan yönetmeyi sürdürüyor.
Dokuz yıldır Gümüşlük’te yaşıyormuş. “İstanbul’da bir evim yok,” diyor. Nereden çıktı bu takım işi diyorum. Anlatmaya başlıyor. Aslında hikâyenin giriş kısmı çok klasik. Amatörde de profesyonelde de binlerce kulüpte yaşanan olayların tekrarı gibi. Bütünşehir yasası çıkınca Gümüşlük’ün belediye hüviyeti kalmamış. Köyün ileri gelenleri de Nejat İşler’in kapısını çalmış, “Takımın başına geç, kurtar bizi” diye. Nejat İşler de Akif abi ile konuşup kolları sıvamış.
Akif abi, “Benim hayalimdi zaten,” diyor. “Tanıl Bora ile katıldığımız bir söyleşide üç idealimi paylaşmıştım. Birincisi 1 Mayıs otobüsünde otobüs sorumlusu olmaktı. Bunu 1979 1 Mayısında gerçekleştirdim. İkincisi bir demokratik kitle örgütünün genel kurulunda divan başkanlığına aday olmaktı. Aday da oldum, divan başkanı da oldum. Üçüncüsü de bir amatör kulüpte yönetici olmaktı. Nejat’tan bu teklif geldiğinde direk kabul ettim. Bu idealimi de gerçekleştirdim” diyor. Eşbaşkanlık yok mu diyorum? Nejat İşler, “Eş başkanlık değil hep başkanlık var,” diyor gülerek.
İlk kongrede Akif abi ya aday olur da seni indirirse?” diyorum. Delege yapması lazım. Üye defteri bende,” diyor. Kulüpte son sözü Nejat söylüyor. Ama otoriter bir baskı ile değil bu. Saygı ve güvene dayalı bir ilişkiden bahsediyorum. Kulüple o kadar bütünleşmiş bir başkan var ki her şeye hâkim zaten.
Bir yandan antrenmanı seyrediyor bir yandan sohbete devam ediyoruz. Antrenmanda oyuncuları tanıtmaya başlıyor. Kimi dolmuş şoförü, kimi demirci. Herkes asıl işinin yanında antrenmanını yapıyor, maçına çıkıyor.
Nejat göreve başladıktan sonra takım hiç mağlubiyet almamış. 12 maçtır yenilmiyor. Yarın oynanacak maç çok önemli onlar için. “Turgutreis de bu sezon hiç yenilmedi. Beraberlikte Gümüşlükspor’a tarihinde ilk şampiyonluğu getireceğiz,” diyor. 1989’da kurulan Gümüşlükspor, 2. amatörden 1.amatöre ikinci olarak yükselmiş. Köy Kupası haricinde tarihlerinde hiçbir başarı yok. Heyecanın yanında haftalardır yaşanan stres yüzlerinden belli. (Ayağımız uğursuz gelir de yarın yenilirlerse ihale bize kalacak diye korkmaya başlıyoruz.) “
Takım antrenman bitiminde kampa girecek,” diyor. Şaşkın bir ifadeyle, “Amatör takımda kamp mı olur?” diyorum. “Normalde her maçtan önce kampa almak istiyoruz ama hepsinin işi gücü var. Olmuyor. Ama bu maç önemli. Hepsi kendini ayarladı, antrenman sonrası otele geçecekler,” diyor. Akşam da oyuncular ile birlikte yemek organize ettiğini söylüyor. Masa ayarlamalarından tutun da sporculara başka lokantadan yaptırılacak ıspanağa, makarnaya kadar bütün detaylarla kendi ilgileniyor. Hava kararıyor, takım kamp yapacağı otele geçiyor, ama pankartlar kurumadığı için koreografi provası yetişmiyor. “Sabah erkenden buradayım, provayı yapacağız,” diyor yardımcılarına. Tesislerden ayrılıp yemek yiyip sohbet edeceğimiz mekâna geçiyoruz. Futbolcular da duşlarını alıp yanımıza geliyorlar. Yemek servisini Nejat İşler elleri ile yapıyor.
Servis bitince de bizimle değil takım ile birlikte oturup yemeğini yiyor. Futbolculara kısa bir konuşma yapıp şampiyonluk primini açıklıyor. Adam başı yaklaşık 1500 TL. Bir amatör takım için iyi para…
“Galibiyet priminiz hemen yatırılacak, şampiyonluk primini biraz bekleyeceksiniz” diyor. “Şampiyonluk primi ne kadar?” diye soruyorum. Puana göre hesaplama yaptıklarını söylüyor. Her puan 50 TL olarak belirlenmiş. “Oynayan, oynamayan oyunculara göre hesaplanacak,” diyor. Yaklaşık 36 bin TL’ye yakın para tutuyormuş.
Masada Gümüşlükspor muhabbeti dönerken Akif abi karşı masada ailesi ile oturan birini gösteriyor. “Erkan Vardar... Kulübün eski başkanı. Nejat görevi ondan devraldı” diyor. “İşte burada olup, biteni en iyi öğrenebileceğim adam,” diyorum içimden.
Ailesinden izin alıp sandalyemi yanına çekiyorum. “Niye bıraktınız başkanlığı?” diye soruyorum. Kırmıyor, kulübün eski durumunu anlatıyor: “Bundan 25 yıl önce benim şirketimin altında kurulmuştu. Bir dönem başkanlığı bıraktım, geri devraldım. Bakkal arkadaşım Hüsnü ile yıllarca biz finanse ettik takımı. Maliyetlerden dolayı takımın üst lige yükselmesini bile istemiyorduk. Nejat buraya renk kattı. Biz sıradan bir takımdık. Şimdi ülke çapında tanınıyoruz.”
Nejat, arkadan gelip eski başkana gülerek sarılıyor, “Enkaz devraldık, enkaz” diyerek. Takımın renkleri sarı – siyah olsa da eski başkan da yeni başkan da Fenerbahçeli.
Takımın kaptanı, asıl kalecisi Özgür Kırık da takım ile birlikte yemekte. Yanına oturuyorum. İki hafta önce oynanan Datça maçında kolunu kırmış. Maçlara çıkamıyor ama takım arkadaşlarının her an yanında. 16 yaşından beri bu takım için top oynadığını söylüyor. “Nejat Başkan’ın gelmesi ile takım olduğumuzu hissettik, bambaşka bir aile ortamı oluştu,” diyor. “24 saat takım ile birlikte olması size sıkıntı yapmıyor mu?” diye soruyorum. “Hayır,” diyor. “Bize ekstra motivasyon sağlıyor. Aralarda 5-10 dakika bizimle futbol bile oynuyor.” Sahadaki performansını soruyorum. Gülüyor.
Takım, yemeğini yedikten sonra kamp yapacağı otele dönüyor. Nejat da onlarla birlikte. 1,5 saat gelmiyor. “Abi yatırıp üstlerini de mi örttün?” diyorum. “Bir o kaldı. Aslında iyi hatırlattın,” diye yanıtlıyor. Yüzünden inanılmaz gergin olduğu hissediliyor. “Şu maç bir bitse,” diyor. Ama bitince ne yapacağını kendi de bilmiyor sanki. Çocuğu yarın üniversite sınavına girecek baba psikolojisine benzetiyorum. “Rahat ol abi, siz kaybetseniz bile önünüzdeki maçlarda telafi etme şansınız var. Ama rakibinizin son şansı. Asıl gergin olması gereken onlar,” diyorum. “Öyle değil,” diyor. “Yarın bu iş bitecek.”
(Metin Yıldız - Nejat İşler - Kerim Akbaş)
Yemekten sonra Metin Yıldız hocam ve bundan sonra Ankara’da sıkça görüşeceğim şair dostum Kerim Akbaş ile Akif abinin evine yol alıyoruz. Spor – Edebiyat sohbetleri gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürüyor. Akif abi erkenden uyanıp takımın kahvaltısına eşlik etmek için kamp yaptığı otele geçiyor. Dünyanın en mülayim adamlarından birine futbolun nasıl stres yaptırdığını şaşkınlık ile izliyorum.
Maçtan yaklaşık bir saat önce stada ulaşıyoruz. Tek tribünlü, keyif yapmaya müsait bir stadı var Gümüşlük’ün. Hava ve zemin futbol oynamaya müsait. Toprak-çim karışımı bir sahası var Gümüşlük Stadı’nın. Yapay çim sahaların o yapmacık yeşil renginin aksine koyu kahverengi toprakla karışık çimi ve kale önünün tamamen topraklaşmış halini oldu bitti daha çok seviyorum. Amatör küme maçlarının doğasına daha uygun gibi geliyor bana.
(Nejat İşler, Turgutreis Spor Başkanı ile taraftaları karşılıyor)
Takımlar ısınırken yaklaşık 100 kişiden oluşan Turgutreis taraftarı da Gümüşlük’e geliyor. Nejat kendi karşılıyor taraftarları. Turgutreis yöneticilerinden Harun Topsaç ile konuşmaya başlıyoruz. “Nejat İşler bu işe girene kadar bölgede rüzgârını estiren takım Turgutreis’ti,” diyor. Ama oluşan rekabetten oldukça memnun. Nejat İşler’in Muğla Amatör Ligini gündeme taşıdığını söylüyor. Süper Amatör Kümeye hem Gümüşlük’ün hem de Turgutreis’in birlikte çıkacağına inanıyor.
(Turgutreis Spor Yöneticisi Harun Topsaç, Gümüşlükspor Basın Sözcüsü Akif Kurtuluş ile)
Turgutreis, 11 şehirden daha büyükmüş. Turgutreis’te de yaşayan birçok ünlü olmasına rağmen “Gümüşlük’ün sağladığı birlikteliği bizim sağlamamız zor,” diyor.
Statta Turgutreis taraftarının oturabileceği bir tribün yok. Tel örgülerinin kenarında takımlarını desteklemeye başlıyorlar.
Gümüşlükspor taraftarının yer alacağı tribünler dolmaya başlıyor. Ama önceki maçlarda bahsedilen kalabalık bu maçta yok. Nedenini soruyorum. “Bodrum’da Deve Güreşi Festivali var,” deniyor. Bu bölgenin ata sporu haline gelmiş. Haliyle de yerel halk futbol maçı yerine deve güreşini seyretmeye Bodrum’a gitmiş.
Yine de maç saatine doğru tribünler dolmaya başlıyor. Kale seçimlerinin ardından maç tam başlayacakken Turgutreis tribünlerinden İstiklal Marşı okunmaya başlanıyor. 90’lı yılların başında profesyonel liglerden hatırladığımız manzaranın amatördeki benzeri gibi.
O zamanlar da taraftarlar maç başlamadan önce İstiklal Marşı okumaya başlamış, Federasyon da düzensizliği önlemek için her maçtan önce okunması talimatını vermişti. Yakında amatör maçlardan önce de okunma zorunluluğu getirilirse şaşırmamak lazım açıkçası.
Nejat, boynunda Somaspor atkısı ile kendi için hazırladığı Protokol tribününde yerini alıyor. 20-30 Somaspor taraftarının da maçı tribünden izliyor. Maç öncesi de bir araya gelip muhabbet ettiklerini öğreniyorum. Siyah incilerin atkısı maç boyunca Nejat’ın kah boynunda kah önündeki tellerde asılı duruyor.
Maça Gümüşlük hızlı başlıyor. Üst üste bulduğu pozisyonlar ile maç adeta Turgutreis yarı sahasında geçiyor. Rakip kalecinin muhteşem kurtarışlarına rağmen kornerden Murat’ın enfes golü ile Gümüşlük 1-0 üstünlüğü sağlıyor. Korner kullanılacağı sırada Nejat, oturduğu sandalyeden kalkıp tel örgülere yapışarak maçı takip ediyor. Gol olduğunda da yaşadığı sevinci fotoğraflamak bir tek bana nasip oluyor.
Golden sonra oyun dengeleniyor. Turgutreis’in de atakları başlıyor. Tribünlerde herkes heyecanlı ama Nejat’ın reaksiyonları çok farklı. Dün söylediği, “Ben tribünde maçı izleyemiyorum,” sözünün gerekçelerine şahitlik etmeye başlıyorum. Gümüşlük ceza alanının önündeki bir mücadelede Turgutreis’in 7 numaralı oyuncusu yerde kalıyor. Nejat bağırmaya başlıyor, “Maçı böyle mi kazanmaya çalışıyorsunuz,” diye. Oyuncu tedavi olmak için saha kenarına gelince de Nejat’ın tepkileri sürüyor. Hatta ikili diyaloğa bile giriyor. Oyuncu çok uzatmıyor, konu çabuk kapanıyor.
Maçın ikinci yarısı ise tam bir gerilim filmini anımsatıyor. Kaleci Çağrı harika kurtarışlara imza atıyor, Gümüşlük ve Turgutreis’in karşılıklı atakları ile maç bir o kalede bir bu kalede geçiyor. 55. dakikada Ufuk’un ikinci sarı karttan kırmızı kart görmesi ise oyunun dengesini tamamen Turgutreis lehine çeviriyor. Oyundan çıkan Ufuk’u Nejat saha içinde karşılıyor. O gerginlikle tepki göstereceğini beklerken sarılıyor, “Duşunu al, maçı birlikte izleyeceğiz,” diyor.
Nejat, boynundaki telsiz ile tribünlere söylenecek sloganların, yakılacak meşalelerin, atılacak konfetilerin talimatlarını gönderiyor. Gözü sürekli saatinde. Bir ara heyecanı o kadar artıyor ki sanki telsizden tribündeki arkadaşlarına değil de saha içindeki futbolculara talimat vermeye başlıyor: “Defansa çekilmeyin, topu uzaklaştırın.” Maçın ilk yarısında sandalyeden pek kalkmayan Serdar Akar da Nejat İşler ile birlikte tel örgülere yapışıyor.
Özellikle son dakikalarda hop oturup, hop kalkıyorlar. Akif abinin de tribünden Nejat’ın yanına gelmesi ile birlikte ben maçı bırakıp bu üçlünün heyecanını takip etmeye başlıyorum.
Hakemin maçı 9 dakika uzattığı son bölümde Turgutreis’in de ataklarının hızlanması gerilimi arttırdıkça arttırıyor. Akif abi, dermanı kalmamış gibi tellere tutunarak çöküp kalıyor.
Neyse ki bu gerilim filminin sonu hakemin düdüğü ile birlikte geliyor. Saha içinde başlayan coşkuya katılmak için koşturan Nejat, açılan kapıyı fark etmiyor ve kafasını vuruyor. Ama kanlar içinde futbolculara koşmaya devam ediyor.
“Behzat Ç. Ankara Yanıyor” filminde Behzat komiserden konteynırlar önünde dayak yiyip ağzı, burnu kan içindeyken sevgilisine, “Yakışmış mı?” diye soran Ercüment Çözer’in yüz ifadesi, galibiyet sonrası Nejat’ın suratında. Aylardır süren gerginlik sevince dönüşüyor, tezahüratlar ile herkes coştukça coşuyor. Getirtiyor sarı boyayı, “O kupa buraya gelecek!” pankartının sonunu elleri ile “O kupa buraya geldi”ye çeviriyor. Kanlar içindeki başı ile sarıya boyanmış yumruğunu havaya kaldırıyor.
Maçtan sonra Gümüşlük sahiline iniyoruz. Sanki yağmur bile şampiyonluğu bekliyormuş gibi yağmaya başlıyor. Bizden birkaç saat sonra da Nejat yanımıza geliyor. Bu seferki duygular çok farklı. Zaferi kazanmanın ardından bir rahatlama var yüzünde. Aklıma “Kaybedenler Kulübü” filmindeki o replik geliyor: “En büyük zaferi kazandığında bir Antonius olduğunu düşün. Paris'e geldiğini ve o tak'ın altında ve bütün insanların senin altında olduğunu düşün. Ve gücün en üstünde olduğunu. Yalnız kaldığın o anda ‘N'oldu be, şimdi n'olacak?’ diyorsan kaybedensin sen, kaybetmişsin. Yani o anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.” cümleleri...
“Boşluğa mı düştün, rahatladın mı?” diye giriyorum konuya. “Rahatlamadım da saçma sapan, tarif edemeyeceğim bir haldeyim” diyor. “Ligler bitti, Gelecek sezona kadar maç yok. Canın sıkılmayacak mı?” diye soruyorum? “Hayır,” diyor. “U19, U16, U13 devam ediyor. Onlarla devam edeceğim. Benim asıl projem onlar. Ben onlara bir şey verebilirim. A takımdakiler almış alacağını. Onların başarısı köy için. Ama 2007-2008’li çocuklara bir şey verebilirim. Benim başarım altyapıdaki çocuklar olacak” diyor.
“Altınordu modeli gibi bir projen mi var?” diye soruyorum. “Hayır,” diyor. “Onlarla iş birliği yapacağız, ortak turnuvalara katılacağız ama bu işe para sokmayacağız. Futbol okullarının paralı olmasını sevmiyorum. Bütün kulüpler bu işi paralı yapıyor. Biz evlerinden servisle alıp, üst başını verip futbol oynatıyoruz. Kendi yağımız ile beceriyoruz bunu. Bu çocukların futbol hayatlarına, eğlencelerine para girsin istemiyorum. Özellikle 12 yaşındaki çocukları doğru yetiştirip buradan göndermek istiyorum. Bir gün benim oyuncumu transfer etmek için incelediklerinde lisansında Gümüşlük amatör diye görsünler istiyorum.” diyor.
“Sen bir yerde sıkılırsan Gümüşlükspor ne olacak? Senin gücünle, paranla şimdi dönüyor ya sonra?” diye soruyorum. “Üç senedir çalışmıyorum. Benim param yok. Ama para bulabilecek çevrem var,” diyor. “Kitap yazıyorum. Gelecek sene o kitabın telifi ile bir kulüp dönecek. Bir spor giyim firmasından 100 bin liralık malzeme getirttim. Kendime beş yıllık bir hedef koydum. Daha altıncı ayda şampiyonluğu gördüm. Beş yıl sonra bu takım 3. Lige çıkmış olacak. Bir çocuk çok iyi bir takıma gidecek!”
Yalıkavak’tan çıkıp Gençlerbirliği, Fenerbahçe, Trabzonspor gibi kulüplerde oynamış Serkan Balcı gündeme geliyor. İlhan Cavcav’ın tesadüfen bulduğunu hatırlatıyor. Bir gün gelip, buradaki çocuklara abilik yapmasını, konuşmasını çok istediğini söylüyor. “Aykut Kocaman’ı, Serdar Çakman’ı getirdik. Çocuklar üzerinde çok etkili oldular,” diyor.
(Aykut Kocaman'ın Gümüşlükpor ziyaretinden)
Zor konulara girmenin zamanı diyorum. Muhabbete Serdar Akar da katılıyor. Seri soru – cevaplara başlıyoruz.
(Ben): Bu kulüpte birçok tezat var.
(Nejat): Ne gibi?
(Ben): Tribünlerde küfür olmasın diyorsun. Sen küfür ediyorsun. İçki içilmesin diyorsun, kendin içiyorsun.
(Nejat): Meşhur söz var: “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma.” Hem ben içki içmesinler demiyorum. Gelsinler birlikte içelim.
(Ben): Örneğin maçtan bir gece önce içerken yakaladın. O zaman ne yaparsın?
(Nejat): Kendi bileceği iş. Eğer maçta berbat bir iş çıkarırsa ve bunun nedeni alkol ya da kendine iyi bakmaması ise hesabını sorarım.
(Ben): Peki sen de içip içip ertesi gün sette kötü bir performans sergilesen Serdar abi ne yapardı?
(Nejat): Bu yüzden böyle düşünüyorum işte.
(Ben): Bu hatayı ben yaptım, onlar yapmasın diyorsun yani.
(Nejat): Hayır o hatayı ben yapmadım. Hayvan gibi içtim, hayvan gibi takıldım ama sabah işimi yaptım. Bak sana bir hikâye anlatayım. Behzat Ç.’nin çekimlerindeyiz. Serdar abi ile gece 5’e kadar eğlendik. Bir saat uyuyup sete geçeceğiz. Serdar abi fırça çekmek için kalktı, ayakkabıları eline aldı, sessizce gitti. Hemen İnanç’ı kaldırdım. Taksiye bindik, ondan önce sete ulaştık. Karavana girdik, hazırlanırken, bağıra çağıra geldi. Karavanın kapısını açtım, “Buradayız abi,” dedim. Ben 28 yıldır bu işi yapıyorum. Bir kişi çıksın sette işini yapamadı desin. Diyemez. Ben işimi yaparım.
(Ben): Yaptığın filmlerde iki kere futbol maceran oldu. “Barda” filminde sana gol atan adamın bacağına sıkmıştın. Bir de “Behzat Ç.”de sinirini bozan rakip oyuncuya tekmeyi basmıştın.
(Nejat): “Behzat Ç.”deki “Barda”ya göndermeydi zaten: “Top geçer adam geçmez!”
(Ben): Öncesindeki replik de “Dar alanda kısa paslaşmalar” filmindendi: “Hayat futbola fena halde benzer!” Peki senin futbolcun sahada böyle kasti bir çirkinlik yapsa ne yaparsın?
(Nejat): Bizim, futbol ahlâkı bakımından en çok dikkat ettiğimiz şey bu. Bugün Ufuk ikinci sarı karttan kırmızıyı gördü. Ama pozisyon gereğiydi. Sarıldım, kendim karşıladım. Ama kasti olsaydı önümüzdeki hafta olmazdı.
Gümüşlük’te genel olarak bir Fenerbahçelilik hâkim. Tanıştıklarımızdan büyük kısmı Fenerbahçeli olduğunu söyledi.
(Ben): Senin Fenerbahçelilik nereden geliyor?
(Nejat): Babamdan. Bütün çocuklar için bu böyledir. Babası çocuğu hangi takımın maçına götürmüş ise o takımlı olur. Fenerbahçe’ye olan aşkımın bir nedeni de bu. Çocukluğumu unutmamak için.
(Ben): Fenerbahçe’de bir görev alma düşüncen var mı? Gümüşlükspor bir staj gibi olabilir.
(Nejat): Yok. Ama görev gelirse hemen giderim. O, görevdir çünkü. Geldiği anda gidilir.
(Ben): Peki bir gün Gümüşlük ile Fenerbahçe karşılaşacak olsa nasıl yapacaksın? Örnğin BAL Ligine yükseldiniz ve kupada Fenerbahçe ile eşleştiniz.
(Nejat): Tabii ki Gümüşlüksporluyum. Başkanıyım kulübün. Ama çok isterim bunu. Sana bir şey söyleyeyim mi? BAL’a çıkarsak tek amacım bu olur. Bir gün altyapıdaki çocukları Topuk Yaylası’nda kampa sokmak istiyorum. İlerde yaşayabilecekleri şeyleri göstermek istiyorum. Bunun için ne gücüm varsa kullanacağım.
Geçen ay okuduğum Yılmaz Erdoğan röportajı aklıma geliyor. Erdoğan röportajında Köyceğiz’de bir amatör takım açma fikrinden bahsediyor. İster istemez aklıma Nejat İşler’in Gümüşlükspor macerası geliyor. (Röportajın içeriği, aslında konunun Gümüşlükspor hikâyesi ile benzer olmadığını gösteriyor. Köyceğiz Belediyespor’a talip olan Yılmaz Erdoğan, istediği yanıtı alamayınca başka bir takım kuracağını, hatta antrenörlük diplomasını bu sayede yükselteceğinden bahsediyor. Memleketi olan, üzerine filmler çevirdiği Hakkari’de bu takımı kurmak varken Köyceğiz’i tercih etmesi bende daha çok kendi hobisi için yapılan bir proje olduğu hissi yarattı.)
(Ben): Senin bu takımı açman bölgedeki diğer amatör takımları nasıl etkiledi?
(Nejat): Biz bu sene yaptığımız atılım ile 1.Amatör kümenin çıtasını yükselttik. Türkiye’de amatörde tek konuşulan bölge burası oldu.
(Ben): Kıskanma olmadı mı?
(Nejat): Belki olmuştur ama onları da motive etti. Mumcular takım çıkaramıyordu, son dakikada çıkardılar. Herkesi mücadeleye itti. Takımlarda esnaflar devreye girmeye başladı. Biz onlara elimizdeki imkânlardan da yardımcı olduk. Geçenlerde bir takımın eski hocası bizden bir maç topu istedi. Biz üç tane hediye ettik. Birçok kulübe elimizden geldiğince destek olduk.
(Ben): Belediyeden, devletten bir beklentin var mı?
(Nejat): Gölge etmesinler yeter. İşimizi bozmasınlar.
(Ben): Başka branşlara girecek misin?
(Nejat): Salon olsa basketbol ve voleybol branşlarımız da olsun istiyorum. Lisedeyken lisanslı oynuyordum hatta. Masa tenisini açacağız.
(Akif abi): Gümüşlükspor’da masa tenisi branşı olmadan bu işi bırakmam.
(Nejat): Masa tenisi, briç, yelken. Tesis gerektirmeyen tüm branşlarda olmaya çalışacağız.
Saatler ilerliyor, muhabbet esnasında yaptığımız röportajın sonlarına geliyoruz. Kafasını gösteriyorum. “Kötü oldu. Dikiş de attırmadın,” diyorum. “Soracaklar bana, o yara nedir diye. 2016 Gümüşlükspor, diyeceğim,” diyor “Pişman olmayacak mısın?” diye soruyorum. “Olmayacağım,” diyor.
Vedalaşıp Akif abinin evine geçiyoruz. Sabah Hürriyet gazetesinden Muhsin ile birlikte havaalanına gidiyoruz. Rötar yapan uçak sayesinde Serdar Akar ile bir saate yakın muhabbet ediyoruz. Konuşmalardan fark ediyorum ki Gümüşlük’ü, Gümüşlükspor’u çok sevmesinin ötesinde bu takımın Nejat İşler’i tekrar eski sağlığına kavuşturması en çok Serdar Akar’ı mutlu ediyor. Filmlerinde sıkça kullandığı bir oyuncunun ve aynı zamanda çok iyi bir dostunun tekrar hayata tutunması Akar’ı nasıl mutlu etmesin? Uçağın kalkış anonsunun gelmesiyle yanlarından ayrılarak şimdilik Gümüşlük maceramı sonlandırıyorum.
Ankara’da amatör küme maçlarını takip edememenin verdiği eziklikle gittiğim Gümüşlük’ten harika bir hikâye ve dostlar ile dönüyorum.
Gümüşlükspor, bu ülkede değeri unutulan amatör heyecanı, coşkuyu, duyguyu tekrar yaşattı. İlla Gümüşlükspor olması şart değil. Futbolu seviyorsanız, her şehirde destek bekleyen, elini taşın altına soktuğunuzda büyük keyif alacağınız yüzlerce takım ve yaşayacağınız çok güzel hikâyeler var. Futbolu amatörü ile sevin. Hatta benden size tavsiye futbolu gerçekten seviyorsanız öncelikle “Amatör ruh ile” yapılanını sevin…
Okuyucuların Tercihi
Copyleft 2015 - klasspor.com. "İnsan beyninin ürettiği hiçbirşey bize ait değildir." Klasspor editörleri ya da yazarları tarafından üretilmiş tüm haberleri, yazıları, fotoğrafları ve videoları sormadan, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.Kaynak gösterirseniz o sizin güzelliğiniz olur. Göstermeyene küfür, gösterene teşekkür etmiyoruz.
klasspor.com basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Sitemizde yapılan tüm yorumlardan yazarları mesuldür. Boşuna hukuki süreç yaşamamak için biz kontrol etmeye çalışıyoruz ancak gerekli durumlarda IP adresleri "Aman tanıdıktır" diye düşünülmeden savcılara verilebilir.