Süper Lig’de ilk 13 hafta itibariyle en önemli problemlerden biri taraftarın azlığı. Arada istisnalar olsa da, Konya-Bursa-Eskişehir gibi futbolsever kentler düzeni bozmaya çalışsa da problem baki... Tribünlerin boş olması görüntüyü de, eğlenceyi de, futbolu da çok olumsuz etkiliyor. Herkes problemin “passolig” olduğunu söylüyor, peki gerçekten tek problem bu mu?
1)Passolig
Evet şüphesiz seyircinin kaçmasının temel nedenlerinden biri passolig, yani elektronik bilet uygulaması... Ben 10 yıldır statlarda elektronik bilet uygulamasına geçilmesini savunan bir sporsever olarak şüphesiz ki hareketi tümden çöpe atamam. Türkiye’de spor sahaları, salonları uzun yıllardır güvensiz. Ölümleri, yaralanmaları kanıksama noktasına geldik ve artık bu konuda radikal adımlar atılması şarttı. Statlara birtakım terörist gruplar giriyor ve onlar gerçek sporseverden ayrılmadan Türkiye’de statların, salonların güvenli olması mümkün değildi.
Spor sahalarına/salonlarına patlayıcı madde, bıçak, balta sokan adamı yanındaki masumdan ayırmanın yolu belli. Kamera ile tespit etmek ve bir daha stada sokmamak. Onu ayrıştırmanın yolu da e-bilet uygulamasından ve statların kamera donanımlarını kusursuzlaştırmaktan geçiyor. Yani temelde e-bilet uygulaması gerekli, hatta geç bile kalınmış bir adım...
Lâkin birçok konuda olduğu gibi maalesef e-bilet konusunda da Türkiye’de adımları sağlıklı atamadık, detaylarda yapılan hatalarla uygulamanın ölü doğmasına neden olduk. Nisan’da apar topar bu uygulamaya geçildi, birtakım statların kapıları elektronik aksam konusunda eksik olduğu için sıkıntılar yaşandı. Ve bu sıkıntıları tv’den gören insanlar daha da çekindi bu uygulamadan.
E-bilete tek bir banka üstünden geçiş yapıldı, zaten çalıştıkları bankaların bitmek tükenmek bilmeyen telefon/sms tacizinden yılan sporsever, ikinci bir bankanın müşterisi olmaktan imtina etti. Yeni bir kart almak istemedi. Halbuki bu uygulamaya bir biçimde bütün bankalar iştirak etse idi, herkes müşterisi olduğu banka, sahip olduğu kart üstünden e-bilet sahibi olsaydı; geçiş çok daha yumuşak olacaktı.
Kulüplerin bu karttan bile para kazanma isteği de başka bir faşizan tavır. Kart bedelinin bazı kulüpler için 7, bazıları için 17 lirası kulüplere gidiyor ve insanlar kart fiyatına da tepkili. Oysa kulüplerin 60 bin kart satıp elde edecekleri toplam gelir, bir puan karşılığı havuzdan aldıkları paranın bile altında. Sosyal sorumluluk projesi olarak görülmesi gereken bu karttan bile kulüplerin gelir elde etmeye kalkması, tam anlamıyla açgözlülük.
Proses yanlış işleyince, geçiş sağlıksız olunca, uygulama da ölü doğmuş gibi gözüküyor şu anda.
2) Cezaların caydırıcı olmaması
Aslında en az e-bilet kadar önemli bir problem de şu: Siz stattaki teröristi kameralar ve e-bilet uygulaması sayesinde ayıklasanız dahi maalesef layıkıyla cezalandırmıyorsunuz. Geçen sene Burak’ın yüzünü çakıyla yaralayan teröristle Fernandes’e tekme atan teröriste verilen cezalar çok komik: Maçları 1 yıl evden izleme lütfu!
Oysa siz Burak’ın yüzünü sokakta çakıyla yaralasanız ya da sokakta Fernandes’e tekme atsanız sonucu aynı mı olurdu? Bu adamlar mahkemeye gitmezler miydi? Eğer milyon dolarlar kazanan, kulüplerin gözü gibi koruduğu sporcuların bile stat içinde can güvenliği sağlanamıyorsa, tribündeki masum vatandaş can güvenliğinin olduğuna nasıl itimat edebilir ki?
Üstelik geçen yıl Burak’ı-Fernandes’i yaralayan adamların birkaç ay sonra tekrar statlarda olacağını biliyorsanız...
3) Statların fiziki koşulları
Statların tek sorunu da güvenliği değil maalesef... Bugün Anadolu’da birçok stada giriş ayrı, çıkış ayrı eziyet. İstanbul’da da trafik, otopark gibi ekstra problemler var. Bu şartlarda insanları hafta sonları evlerinden çıkarıp futbol sahalarına yönlendirmek ne kadar olası sizce?
Cumartesi sabahı yataktan kalktınız. Eşinize, çoluğunuza çocuğunuza, sevgilinize futbol maçına gitmeyi teklif ettiniz. Hadi diyelim ki her birinizin passolig kartı var; yine de trafiği göze alacaklar, otopark bulamayacaklar, tuvalete gidemeyecekler, saatlerce erken gittikleri statlarda aç kalacaklar ya da bir sosisliye 20 lira verecekler! Çıkışta ayrı eziyet, ayrı trafik, yorgunluk.
Şimdi futbolu sevmeyen bir kadın olsanız, ya da çocuk olsanız; hafta sonu bir stadyuma mı yoksa bir alışveriş merkezine mi gitmeyi tercih edersiniz? Artık spor alanları yaparken rakiplerinizin alışveriş merkezleri olduğunu da göz önüne almanız lazım.
4) Yeni statlar
Türkiye’nin her yerine yeni statlar inşa ediliyor. Sanırım halihazırda 25 stat inşaatı var dört bir yanda. Acaba bunlar inşa edilirken kamera donanımları sağlıklı kuruluyor mu? Giriş-çıkışları, otoparkları, yeme-içme alanları, tuvaletleri insani koşullarda oluşturuluyor mu? Yoksa bütün mesele 50 bin kişilik stat yapmak mı?
Kayseri’ye 32 bin kişilik stat inşa edildi, ortalama 15-16 bin seyirci geliyor ama stat boş gözüküyor! Oysa Kayseri koşullarında bu sayı, gayet iyi bir sayı. Daha küçük kapasiteli, daha kompakt bir stat yapılsa, kalan alanlar alışveriş merkezi gibi, yemek alanları gibi kullanılsa, maçlara gitmek bir hafta sonu eğlencesine dönüşse keşke diye düşünmeden edemiyor insan...
5) İstanbul büyükleri hegemonyası
Tabii Anadolu’da çok önemli bir sorun da, çocukların/gençlerin kent takımlarını değil, İstanbul büyüklerini tutması. Bugün Trabzon, Eskişehir, Bursa, Adana gibi birkaç ekstrem örnek dışında Anadolu’da kent takımı taraftarlığı son derece zayıf.
Tabii 7-8 yaşında, takım seçme aşamasında bir çocuğu nasıl o kent takımının taraftarı yaparsınız, ona kafa yormak lazım biraz.
Takımınız başarılı mı?
İşte, hedefiniz her sene ilk 10!
Antrenörünüz uzun süredir çalışan, aidiyet hissedilebilecek bir hoca mı?
Hayır, onun da mottosu; yenemiyorsan yenilme.
Futbolcularınız istikrarlı mı, ufak bir çocuğun formasını alabileceği bir sembol oyuncunuz var mı?
Hayır, çünkü sizde transfer asla bitmez!
Renkleriniz özel mi?
Hayır, sizin takımın renklerinde Süper Lig’de 5 takım daha var.
Şarkınız özel mi?
Hayır, İstanbul takımlarının tezahüratlarından çıkar Fener’i koy Antep’i, çıkar CimBom’u koy Samsun’u! Kendine özgü bir tezahüratın bile yok denecek kadar az.
Allah aşkına, 7-8 yaşında bir çocuk bu takımın nesine aşık olup tutacak, hangi farkını benimseyip taraftar olacak? Değişmeyen tek şeyin başkanın. Onu da tutacak hali yok!
6) Futbolun kalitesizleşmesi
Tabii ki Anadolu takımlarının bu planlı plansızlığı, bütün halinde ülke futbolunu da kalitesizleştirdi. Hemen hemen bütün antrenörler sahaya “yenemiyorsan yenilme” mottosuyla çıkıyor; “iyi mücadele ettik ama şanssızdık”la veda ediyor! İngilizce bilen, dünyayı takip eden antrenör yok denecek kadar az. Gençlere şans veren, bir hedefi olan antrenör yok denecek kadar az. Lig temas ligi, göğüs göğüse, kemik kemiğe oynanıyor, kimse kalite istemiyor, herkes mücadeleden bahsediyor.
Kumandada bir üstte Almanya, bir altta İngiltere Ligi var. Sahalar yemyeşil, tribünler dolu, futbol tempolu. Kumandalara nasıl ambargo koyabilirsiniz ki bu koşullarda?
7) Ülke futbolundaki güven duygusunun zarar görmesi
Tabii ki İngiltere’nin Almanya’nın futbolunun daha güzel olması, Türkiye’nin izlenmeyeceği anlamına gelmiyor. Sonuçta kendi ülkemizin topu, kendi toprağımızın çocuğu oynuyor orada. Bizim kentimizdeki stattaki maç, her zaman daha yakın, her zaman daha sıcak.
Ama son yıllarda ülke futboluna olan güvenin zedelenmesi, sonucun saha içinde değil, saha dışında belirlendiğine olan inanç, en büyük darbeyi vurdu aslında oyuna. Mafyatik kulüp başkanları sazı ellerine aldılar ve futbolcular değil onların oynadığına inandırdılar bizi. Oysa biz futbolu 60 yaşındaki zengin holiganlar değil, 20 yaşındaki gençler oynadığı için sevmiştik.
Futbolun bir gün tekrar 60’lık holiganlar değil, 20’lik masumlar tarafından oynanması umuduyla.
Uğur Meleke, Milliyet Gazetesi spor yazarı.
Okuyucuların Tercihi
Copyleft 2015 - klasspor.com. "İnsan beyninin ürettiği hiçbirşey bize ait değildir." Klasspor editörleri ya da yazarları tarafından üretilmiş tüm haberleri, yazıları, fotoğrafları ve videoları sormadan, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.Kaynak gösterirseniz o sizin güzelliğiniz olur. Göstermeyene küfür, gösterene teşekkür etmiyoruz.
klasspor.com basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Sitemizde yapılan tüm yorumlardan yazarları mesuldür. Boşuna hukuki süreç yaşamamak için biz kontrol etmeye çalışıyoruz ancak gerekli durumlarda IP adresleri "Aman tanıdıktır" diye düşünülmeden savcılara verilebilir.