Gençlerbirliği Teknik direktörü Metin Diyadin, Anka dergisi adına Evren Özesen ile gerçekleştirdiği röportajda Ankara ile olan bağlarından futbolculuğu dönemindeki yıllara kadar pek çok konuya değindi:
Uzun yıllardan sonra yeniden Gençlerbirliği’nde olmak size neler hissettiriyor?
Profesyonel hayata adım attığım kulüptür Gençlerbirliği. 10 yıl gibi uzun bir süre boyunca formasını giydiğim, 5-6 yıl boyunca da takım kaptanlığını yaptığım kulüp… Teknik adamlığa başlamam da Gençlerbirliği paf takımında oldu, daha sonra Gençlerbirliği OFTAŞ’ta da görev yaptım. O zamanlardaki hedefim Gençlerbirliği A Takımının teknik direktörlüğünü yapmaktı… Uzun yıllar sürdü ve sonuçta buradayım. Tahmin edeceğiniz gibi çok mutluyum, çok güzel bir duygu; profesyonelliğe adım attığım, formasını başarıyla terlettiğimi düşündüğüm, teknik adamlığa başladığım kulüpte teknik adam olmaktan onur duyuyorum. Bu işin duygusal boyutu; bir de gerçekler ve profesyonel yaşantı var. Yaptığınız işte başarılı olmalısınız, bu anlamda işime bakış açımda çok büyük bir değişiklik olmayacak. Ancak her zamankinden fazla bir sorumluluk duygusu hissediyorum. Kulüpteki geçmişimi düşündüğümde, başarılı olma isteği ve sorumluluk duygusu önceki tecrübelerime göre daha ağır basacak gibi görünüyor.
Gençlerbirliği’nde oynadığınız dönemin Ankara’sı ile şimdinin Ankara’sı arasında nasıl farklılıklar görüyorsunuz?
Ankara ile birlikte tabii tüm Türkiye’de bir değişim ve gelişim var. Ancak ben fiziksel anlamda bir gelişimden söz ediyorum. Ankara da başkent olarak bu fiziksel değişimden en fazla pay alan şehirlerden birisi. Geçmişte Ankara bugünkü şartlara göre düşününce çok da renkli bir yer değildi. Ama bence daha huzurlu ve daha güzeldi. O dönemlerin Türkiye’sindeki insan ilişkileri bugünden çok farklıydı. Bugün maddiyat çok ön plana çıkmış durumda, bu şehirlerde yapılan işlere de yansıyor tabii ki. İnsanlar bunun adına “hayatta kalma çabası, yaşama mücadelesi” deseler de maalesef maddiyat her şeyin önüne geçmiş gibi bir görüntü var. Mümkün olduğunca da bundan korunmaya çalışıyoruz tabii ki… Bizim yetişme tarzımız, geçmişimiz ve kafamızdaki Ankara bugünkünden çok farklıydı…
Geçmişi ve bugünü de içine alarak soralım; Ankara’da nerelerde zaman geçirmekten hoşlanırsınız?
Gençlik dönemimde Bahçelievler’de çok zaman geçirirdim. Arkadaşlarımızın işlettiği bazı mekanlar vardı, oralarda toplanmaktan büyük zevk alırdık. Hala da eski alışkanlıkla en fazla zaman geçirdiğim bölgedir Bahçelievler. O bölgeyi huzurlu ve renkli buluyorum; caddelerinin, sokaklarının düzenliliği falan hep hoşuma gider. Geçmişte bu kadar çok mekan, bu kadar çok araç ve bu kadar çok insan yoktu tabii… Ama bugünkü süreçte de en fazla zaman geçireceğim yer yine oralar olacak gibi görünüyor.
Ankara futbol kültürü ve Gençlerbirliği taraftarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Petrol Ofisi, PTT, ilçe takımları ve son olarak da ligin farklı bir rengi olan Ankaragücü gibi kulüplerin bugün birinci ligde olmayışı Ankara futbolunu çok geriletti. Bunun sonucunda Ankaralıların futbol ilgisi maalesef televizyon başına ve İstanbul kulüplerine kaydı. Bunun üstüne Türkiye Futbol Federasyonu’nun bütün birimleriyle birlikte İstanbul’a taşınması da Ankara’nın cazibesini yitirmesine sebep oldu. Bir de Ankara’nın güçlü bir basını vardı, spor basını da buna dahil tabii ki. Basının da tek merkez olarak İstanbul’a kayması maalesef Ankara için kötü oldu.
Taraftara gelecek olursak, tabii ki herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi Gençlerbirliği taraftarı diğer bütün kulüplere göre farklı. Sayısı belki az görünebilir ama kültürlü ve candan bir taraftar topluluğu var. Çoğu da başka takımı tutmayan, futbolu Gençlerbirliği çerçevesinden değerlendiren, şehrine ve kulübüne sahip çıkan insanlar. Oynadığım dönemlerde de bu böyleydi, bugün bunun daha da geliştiğini görmek mutluluk verici. Zaman zaman tribündeki izleyici sayısı artar; Gençlerbirliği’nin başarılı olduğu dönemlerde, başka takımı tutan insanlar da futbol izlemek için, takımı izlemek için maçlara gelirler.
Hem Gençlerbirliği hem de Türk futbolu için önemli bir isim olan ilhan Cavcav ile uzun yıllardır süren bir ilişkiniz, dostluğunuz var. Bir futbol adamı olarak İlhan Cavcav için neler söylersiniz?
Hem futbolcu olarak hem de teknik adam olarak birçok kulüp yöneticisiyle çalıştım. Gençlerbirliği’nin evveliyatını da iyi bildiğim için İlhan Cavcav’ın çok farklı bir yönetici olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şöyle söyleyebiliriz, Gençlerbirliği bugün hala varsa, alt yapı ve tesisleşme anlamında güçlü bir yapısı varsa bu İlhan Cavcav sayesindedir. İlhan Cavcav Gençlerbirliği’dir. Tüm hayatını bu kulübe adadığı için onu ve Gençlerbirliği’ni birbirinden ayıramazsınız. Ben son 25 yılını iyi biliyorum kulübün. Ben geldiğimde Gençlerbirliği’nin kendine ait bir tesisi yoktu, oyuncuların kalacağı bir yer de yoktu. İlhan Cavcav’ın kendine ait bir evi vardı, biz oyuncular orada kalıyorduk. Bunları gördükten sonra bugünle kıyaslamayı daha rahat yapıyorum. Birinci ligde Ankara kulüplerinin durumları ortadayken, Gençlerbirliği’nin bu kulüpler arasından sıyrılmayı başarmasında en büyü pay İlhan Cavcav’ındır. Bizim dönemimizde şimdiki gibi yayın gelirleri falan olmadığı için, kulübü kendisi finanse ediyordu. İşin içinde olan bir insan olarak iyi biliyorum ki bunlar hiç de kolay işler değil.
Şu an gündemde olan “yabancı oyuncu sınırlaması” konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tabii bu konuda herkes doğal olarak elindeki kadroya bakarak bir değerlendirme yapıyor. Ben de bugün elimdeki kadroya bakarak 6+2 olması gerekir diyebilirim. Diğer takımlar da eldeki kadrosuna göre yorum yapıyor; on iki yabancı oyuncusu olan bir kulüp ne diyebilir ki? Bu işin bir yılda hemen yapılması zor diye düşünüyorum, bir geçiş süreci gerek. Bu sürecin de iyi ayarlanması gerekir. Belki Avrupa’daki gibi kriterler getirilerek serbest de olabilir… Tabii ki Türk oyuncuların çoğalması gerekir, ancak bunu birebir bu konuyla ilişkilendirerek, mevcut durumu sanki sadece bu yüzden oluyormuş gibi görmek doğru değil. Etkisi olabilir ancak birebir ilişkilendirmek doğru değil. Alt yapı işi ve bunu sistematik uygulamaları önemli. 6+0+4 sisteminde de aradaki 0 neyi ifade ediyor ben anlayabilmiş değilim. O zaman altı deyip kapatın. Dört oyuncuyu tribüne göndermek için hangi kulüp oyuncu alır? 6+2 olmayacaksa, ben doğrudan 6’ya daha sıcak bakarım. Oradaki 4 hiçbir anlam ifade etmiyor. Şimdiki durumda büyük kulüplerde de aynı sorun var, yabancı oyuncu sayısı fazla oluyor, bırakamıyor, o yabancı oyuncu Avrupa’da burada kazandığı parayı kazanamayacağı için gitmek istemiyor… İşte esas düzenlenmesi gereken ekonomik yapı, kulüplerin yapıları… bunlar düzenlenmeden 6 olmuş 6+2 olmuş şu olmuş bu olmuş çok da fark etmez, bir şeyi düzeltmez…
Alt yapıdan en az bir oyuncunun maç kadrosunda yer alması ile ilgili bir kural var; sizce bu kural genç oyuncuların gelişmesi açısından yeterli mi yoksa daha da mı geliştirilmesi gerekir?
Biz bu tür kuralları her zaman olduğu gibi ceza ve tehditle uygulamaya çalışıyoruz. O kuralda, alt yapıdan gelen en az bir oyuncunun kulübede olması gerekiyor, bu yapılmadığı zaman da para cezası kesiliyor kulübe. Ben bunu öneri olarak da her fırsatta sunuyorum; gelin bunun tam tersini yapalım, ödüllendirerek teşvik edelim kulüpleri, yine oynatmayana da ceza olsun hatta… Ama oynatanı ödüllendirelim; oynatan kulübe yardımcı olalım. Ayrıca kimi büyük kulüpler bazı maçlarda bu kuralı pek umursamıyor, çünkü bütçesi var; oynatmıyorum cezasını da ödüyorum diyor. Bu tür kurallar konulurken genellikle hep tepeden inmeci kurallar oluyor işte maalesef, bu işin içindeki insanlara sorulsa, oturulup görüşülse, ondan sonra bir kurala bağlansa, hem tüm kulüpler için hem de ülke futbolu için çok daha yararlı olacak uygulamalara imza atılabilir. Ceza verildiği kadar ödül verilebilir örneğin en basitinden, oynatmayandan al, oynatana ver… Çok yolu var bunun…
Gençlerbirliği alt yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Göreviniz süresince alt yapı ile ilgili de çalışmalarınız olacak mı?
Diğer birçok kulüple kıyaslandığında öne çıkan bir görüntüsü var tabii Gençlerbirliği alt yapısının. Ben kendi adıma alt yapıda yetenekli ve A takımda oynama kapasitesine yaklaşmış bir oyuncu görürsem ona görev vermekten asla çekinmem; hatta bundan büyük mutluluk duyarım.
Orduspor ve Kasımpaşa kulüplerindeki teknik adamlığınız dönemlerinde “takım oluşturma” özelliğiniz ile dikkat çektiniz; bir oyuncu grubunu takım haline getirmenin gereklilikleri nelerdir? Sizce bir takım nasıl oluşur?
O kulüplerde çalışırken Bank Asya Ligi’nde şampiyon olup birinci lige çıktığımızdan, iki lig arasındaki farklılıklardan dolayı zorunlu olarak böyle bir görev üstlendim. Takımın %80 oranında değişmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor üst lige geçince. Bu durumda da doğru hamleler yapmak zorundasınızdır ve bunun hem fikirsel süreci hem de pratik süreci inanın çok çok zordur. Bir iki gün tatil bile yapamadım o dönemlerde. Oyuncu aramak bulmak, yabancı oyuncular, yerli oyuncular, bunların birbirleriyle ilişkileri, başka sorunlar… Çok şükür birçoğunun üstesinden gelebildik ve kurduğumuz takımlar hala yollarına devam edebiliyorlar, bu mutluluk verici. Tüm bu işlerin üstesinden gelip bir takım oluşturabilmek için öncelikle elinizdeki oyuncu portföyünü iyi okumanız; ihtiyacınız olan olan-olmayan oyuncu tiplerini iyi belirlemeniz gerekiyor. Çok maç izleyip, çok gezip, çok oyuncu görüp, oyuncu hafızanızı sürekli geliştirmeniz gerekiyor. Takımınızda bir sorun çıktığında o eksiği kapatacak elemanları arayıp bulmak için çok zamanınız olmayabilir; bunun için sürekli izlemelisiniz. Tabii kulüplerin bu işleri yapan izleme birimleri de olmalı; benim önceki iki örneğimde böyle birimler olmadığı için iş tamamen bana kalmıştı; psikolojik ve fiziksel olarak çok zor bir dönem olsa da neyse ki alnımızın akıyla çıkabildik gibi hissediyorum.
Okuyucuların Tercihi
Copyleft 2015 - klasspor.com. "İnsan beyninin ürettiği hiçbirşey bize ait değildir." Klasspor editörleri ya da yazarları tarafından üretilmiş tüm haberleri, yazıları, fotoğrafları ve videoları sormadan, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.Kaynak gösterirseniz o sizin güzelliğiniz olur. Göstermeyene küfür, gösterene teşekkür etmiyoruz.
klasspor.com basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Sitemizde yapılan tüm yorumlardan yazarları mesuldür. Boşuna hukuki süreç yaşamamak için biz kontrol etmeye çalışıyoruz ancak gerekli durumlarda IP adresleri "Aman tanıdıktır" diye düşünülmeden savcılara verilebilir.